Abdulvahab el-Messirî son asırda İslam dünyasında yetişen önemli düşünür ve ilim adamlarından biridir. Mısırlıdır ancak bundan daha önemlisi o uluslararası bir düşünürdür. Kendisi zihni gelişim sürecinde, materyalizmin dar kalıplarından sıyrılıp insanî olanın enginliğine ulaşmıştır. Abdulvahab el-Messirî’nin düşüncelerini şekillendiren en önemli boyut onun "aşkın insan" yaklaşımıdır. Onun bu "aşkın insan" görüşü, materyalist laiklikten "inanan insanlık" yaklaşımına geçmesini sağlamıştır.
Edward Said ve Noam Chomsky gibi ünlü yazarların yakın arkadaşı olan üstad el-Messirî başlangıçta Marksist idi. Ancak o Marksist olduğu dönemde bile insanı hiçbir zaman maddeden ibaret bir varlık olarak görmemiştir. Kendisinin bu yaklaşımı da düşüncelerini iman ekseninde geliştirmesi için bir girizgâh olmuştur. Bazen Marksistlik dönemiyle dalga geçer; "Allah ve Rasûlü’nün sünneti üzere bir Marksist idim" derdi.
Onun bu ruhu ve aşkın insan eksenli düşüncesi materyalist laikliği sorgulamasına da imkan sağlamıştır. Önce Batılı moderniteyi sorguladı. O, modernizmin insandan kopuk ve insanı nesneleştiren, "şey"leştiren, onu mutlak olandan ve Allah’tan koparan bir paradigma olduğunu söyledi. Bu sorgulama, nihayette onu Allah’a imana götürdü. Bundan dolayı onun imanı duygusal ve taklîdî değildi. İlk hacc yolculuğunda ne kadar etkilendiğini ve imanını ilk çocuğu olduğunda fark ettiğini anlatmıştı. Doğum olayını Marksist düşünce içinde anlamlandıramayınca İslam düşüncesine geçiş yapar. Felsefi arka planı onu düşüncede de farklı bir çizgiye yöneltir. Daha o zaman, insanın materyalist ölçütlerle biçimlenebilecek salt bir madde ya da bir "şey" olamayacağını anlamaya başladığını söyler.