“Ne yaparsan erişirsin kalplerine? Dudaklardaki zehri kalbe akıtmadan, nasıl karşı koyabilirsin aşka? Ve nasıl kaybedebilirsin masumiyeti, o karanlık dünyada…”
Nar; dünyadaki birçok kültürde yer edinmiş, her coğrafyada ayrı bir anlamın habercisi olmuştur. Yunanistan’da ve Orta Doğu’da yüzyıllarca şifanın sembolü olup, içinde barındırdığı mistik öykülerin de başkahramanı olmayı başarmıştır. Farsça’da “ateş” anlamına gelen nar, ateşle ve kalple özdeşleşen tutkulu aşkın sembolüne dönüşmekten kurtulamamıştır. Nitekim bunun en güzel örneği, Yunan Mitolojisi’nin en büyük aşklarından biri olan Hades ve Persephone’nin hikâyesinde başrol oynamasıdır.
Yaşamındaki ironi Tanrısaldı. En uzun gün, 21 Haziran'da dünyaya gelmişti, Gece. Yeni yaşının ilk gününde, o hayatının bu denli değişeceğini hiç düşünmemişti. Çünkü geçmişte kapanmayan hesaplar ve tarihin boğucu tozları o istese de onun peşini bırakmayacaktı. Hayatına giren yeni insanların, onu tepeden tırnağa bambaşka birine çevirmesi kaçınılmazdı.
Gece Altınay, sıradan sürdürdüğü hayatındaki bu çarpıcı gelişmelere ayak uydurmaya çalışırken; özgürlüğünü kaybettiği dünyada kendini yeniden yazdı. O artık yeraltının karanlık yüzü, Hades’in Persephone’si olmuştu. Çünkü ona Alas Çetin tarafından ikram edilen Nar’ı kabul etmişti. Ve yeraltında bir şey yiyenlerin, yeryüzüne çıkma hakları yoktu.