“Ben, insanın alın yazısı kadar karayken; sen, Tanrı’nın el yazısı kadar beyazsın.”
1994’te köyü yakılan Kuzgun, cansız düşen annesini, canından edilen babasını, ceviz ağacını, battaniyesini, toprağını bırakıp, İstanbul’a göçer. Peşinden gelen çocukluğu, Kuzgun’a Emek Sineması’nın Bahtiyar’ını, Beyoğlu’nu, gençliğini, gökyüzünü, sinemayı,Lal Devran’ın sahafını,Çiçek Pasajı’nı, rüzgârı, dostluğu, denizi, İstanbul’u, Can Edipsever’i, İzmir Palas’ı, yalnızlığını, en çok da Zambak’ı, aşkı bahşeder.
En Güzel Günlerini Demek Bensiz Yaşadın adlı ilk romanının ardından Can Gürses, ikinci romanında zengin Türkçesi, sersemletici üslubuyla, renkler üstünden, Kuzgun ile Zambak’ın masalsı aşkını, diğer bir deyişle beyaz ile beyazın kara sevdasını anlatıyor.
“Hayat ne kurnaz. Kitabın birine gözün takılıyor, açıyorsun, bir de bakıyorsun ki içinde hayatın duruyor.”