Hurrem ve Sırma iki arkadaştı. Henüz ne genç ne de tam çocuk... Çeşitli baskılar altında büyürken kendi aralarında henüz aşkın, cinselliğin ne olduğunu bilmiyorlardı; düşünmemişlerdi. Birbirlerine karşı hissettikleri; beğeni, takdir ve yardım etme içgüdüsüydü. Okumak için kaderin ördüğü ağa takılarak evden kaçan Sırma ve arkadaşı Hurrem, 26 Aralık 1939 akşamı ertesi günkü matematik dersine çalışıyorlardı. Erzincan'ın müthiş soğuğunda iki çocuk titremeye başlamıştı. Battaniyeye sarıldılar. Ve bir müddet sonra donmak üzere olan bedenlerinden ateş fışkırmaya başlamıştı. Bu anlar inanılmayacak kadar güzeldi. Uçuyor gibiydiler. Saat iki sularında müthiş bir sarsıntı ve gürültü ile büyük Erzincan felaketi başlamıştı. İlk düşündükleri; Allah bizi cezalandırıyor, olmuştu.
Bu iki çocuk bilmiyorlardı ki gecenin bu saatinde dua edenler, her kötülükten arınmış insanlar, minik bebekler, günahsız hayvanlar da bu korkunç felaketi yaşıyorlardı. İki çıplak bedeni, toprak ve taş yığınları örtmüştü. Ama adını koyamadıkları büyük aşklarını hiçbir şey hiçbir baskı hatta o çok korktuğumuz kötü kaderin ördüğü ağlar bile engelleyememişti. Çünkü Aşk Yolunu Kendi Bulur.
Kimsenin yol göstermesine tahammülü yoktur. Tıpkı debisi çok yüksek azgın bir nehir gibi... İşte bu romanımda böyle bir aşkın nereye ve nasıl gittiğini okuyacak, bazen ağlayacak bazen heyecanlanacak ama sonuçta şöyle mırıldanacaksınız: Aşk Yolunu Kendi Bulur.