Bırak, önce dudağına düş bulaşsın, sonra bir de öyle konuşalım
“Akşamki dayaktan kalma morlukları kapatıp sabahleyin sessizce işe giden kadınlara; veli toplantısına yırtık ceketiyle gelip çocuğunun yanında başı dimdik duran babalara; gözünden akan kızıl kana bakmadan çocuklarına bembeyaz süt veren annelere; güçlü avuçlarında güçsüzlüğü biriktirip kendi gizemini hapse atmış adamlara; ölümüne birkaç saat kala gözünü ‘keşke’lerle kapatacak ihtiyarlara; ve sırtındaki tırnakları yenice hissedip dudağındaki ‘belki’lere çaresizce âşık olan gençlere düş içirmem gerekiyordu…”