"Size doğrusunu söyleyeyim mi azizim?.. Ben, sizin bundan haberiniz var sandım; çünkü nişanlınızla tekrar tekrar yalnız kaldınız, serbestçe konuşmak fırsatını buldunuz. Bundan başka, halanız, yeğenimin başına gelen kazayı biliyordu... Size söyledi sandım."
"Hayır... Hiçbir şey söylemedi."
Hulûsi Bey, kendisine kafa tutan bu genç ve fakir mühendise öfkelenmeye başlamıştı. Müstehzi bir sesle "Şaşılacak şey!" dedi. "O hâlde sizin mantığınıza, dirayetinize müracaat ediyorum oğlum: Sizin gibi parasız, pulsuz bir delikanlıya milyonları olan bir kızı hem de üstelik güzel, okumuş bir kızı, niçin verelim? Eğer yeğenimin başına böyle bir kaza gelmemiş olsaydı, hiç şüphe yok ki onu, sizden daha yüksek bir gençle evlendirirdim."
Bu açık hakaret karşısında Fahir'in yüzü, tokat yemiş kadar bembeyaz kesildi. Filhakika, adamın hakkı vardı. Kendisi kör gibi hareket etmişti. Bu kadar zaman şüphe içinde yaşadığı hâlde, hâlâ Nüveyre ile aralarında acayip bir vaziyet olduğu hâlde nasıl olup da hakikati görmemişti? Budala Fahir! Bile bile, isteye isteye aldanmıştı. Kendi kendini aldatmak, avutmak istemişti.
Halk arasında çok okunan romanların yazarı Muazzez Tahsin Berkand, eserlerinin çoğunda güçlü kadın karakterleri yansıtmış; çoğunlukla aşk konularını ele aldığı bu eserleri pek çok baskı yapmış ve filme alınmıştır.
Romanlarında İstanbul'u ve o zamanın yaşayışını pek güzel resmetmiş; şimdilerde bizi belki de özlemle anılan o günlere, incelikler deryasına götürmüştür. Öyle ki Selim İleri, yazarın eserleri için şu güzel tanımlamayı yapmıştır:
"Muazzez Tahsin Berkand'ın romanlarında, eskilerin 'aile terbiyesi' dedikleri, yıldızı sönüp gideli epey olmuş o yaşama biçimi, yaşama görgüsü daima duyumsanır."