Şiir Yazdıran Aşklar
Aydınlanma Yüzyılı: 18. yüzyıl deyince akla gelen bu; “Aydınlanma” deyince de, başta bilimin ve aklın egemenliği
geliyor. Ne var ki 18. yüzyıl bu nitelikleriyle Avrupalıdır. Gerçekten de Avrupa’da bilimsel gelişme bu yüzyılda pek
büyük boyutlar kazanır; sanayi devrimi uç verir ve modern teknik çağ başlar. Düşüncenin, akla ve bilime dayanarak, eski düzene, yani feodaliteye ve onun değerlerine, başta da dine karşı silahlarını amansızca doğrultup saldırıya geçişi de bu yüzyılda ve Avrupa’da olur.
Aydınlanma Avrupa’sını arkasından çekip götüren de başta İngiltere ile Fransa’dır.
Belki yalnız Doğu’dur bunun dışında kalan.
Ne bilimsel bir uyanış ne aklın egemenliği: 18. yüzyıl Doğu bakımından yitirilmiş bir yüzyıldır; öyle olduğu için de Doğu sonraki yüzyılları acılar içinde yaşayacaktır. Ama 18. yüzyıl “Aydınlanma”sını Avrupa yarattığı ve yaşadığı içindir ki dünyanın başka kıtalarındaki gelişmeleri de o belirleyecektir. Bu bakımdan, 18. yüzyıl Avrupa’sını bilmek, bize ondan sonraki gelişmelerin de anahtarlarını verir; böylesine belirleyici bir yüzyıl söz konusudur.
Aydınlanma hareketini gecikerek de olsa yaşayan bir toplumun insanları olarak, o yüzyıl en başta bizler için öğretici olsa gerek.Şairler âşık oldukları o isimlerle, yaşadığımız yılda, sevdikleri mekânlarda, aynı masada bir akşam geçirseler ne olurdu?
“Mektupların muhatabına anlattığı dertleri, şiirlerin ardındaki sırları sevdim. Hangi şairin hangi şiirini, kime iç çekerek yazdığını, yine kime, kimlere gönül düşürdüğünü öğrenmeyi sevdim. Mevhibe Meziyet Beyat’ı (nam-ı diğer Lavinya) okurken, yazan kadar yazdıranın da önemli olduğunu kavradım. Nâzım Hikmet’in kadınlara bakış açısını, sevdiği kadınları okudukça anladım. Ve kıymetli, güçlü bir kadın tarafından yetiştirilmiş olmanın, kadına değer vermenin zeminini oluşturduğunu onda gördüm. Sabahattin Ali’nin delişmen halinin, âşık olduğu kadınlardan ziyade, âşık olmaya tutkun bir ruh taşımasından kaynaklı olduğunu fark ettim. Orhan Veli’ye gelince... Ancak insanları sevme yetisine sahip bir ruhun iyi bir âşık olabileceğini anlatıyordu hem şiirleri hem de Nahit’ine yazdığı mektupları…”
Ülkü Burhan, Kalsana Dedi Bana’da gerçekle kurguyu ustaca bir üslupla harmanlıyor: “Şairler âşık oldukları o isimlerle, yaşadığımız yılda, sevdikleri mekânlarda, aynı masada bir akşam geçirseler ne olurdu?” sorusunun peşine düşüyor.
2016 yılının mayıs ayında Mevhibe Hanım, Orhan Veli, Sabahattin Ali ve Nâzım Hikmet gönüllerinin misafirlerini ağırlıyorlar.