Aydınlık ve karanlığın arasındaki sınırda, uyumak ve uyanmak arasında David Lynch’in dünyası bulunur. Bu dünya; gizemler ve keşifler, umutlar ve korkularla ve de düşlemekle dolu hem ürkütücü hem de harika bir yerdir; burada düşler hiç bitmez. David Lynch’in filmleri hem beyazperdenin hem de televizyonun en göze batan görüntülerinin birçoğunu içinde barındırır. İletişim sektöründe de yer alan bir sanatçı olarak Lynch’in çalışmaları, vasatlık ve anlık eğilimlerle boğulmuş olan bir pazarda kendine özgü ve ayırt edici tek bir dünya görüşü sunmaktadır. Bu hali kendisine aralarında Palme d’Or, Légion d’honneur ve Leone d’Oro (Altın Aslan) gibi ödüllerinin de bulunduğu kayda değer övgüler getirmiş olsa da, kaynak yaratma ve destekçi bulmayı daha da güç kılmıştır. Lynch’in seyirciyi kendisine bağlama yeteneğinin temelinde ise ses ile görüntünün sembiyotik (ortak yaşayan) durumu bulunur. Bütün çalışmalarında ses tasarımı genelde görüntüyü çevreleyip tamamlayacak bir atmosfer yaratması ya da korku veya merak hissi ortaya koymasıyla örnek olacak nitelikte, fakat yine de alışılmışın dışındadır.