İnsanoğlu yeryüzünde var olduğu günden beri sınırsız istek ve ihtiyaçlarını karşılama arzusu ile yaşamakta ve bu arzularını gerçekleştirebilmek için çeşit-li biçimlerde örgütlenme ihtiyacı hissetmiştir. Çağlar ilerledikçe insanoğlunun ihtiyaçları da değişmiş, bu ihtiyaçları daha iyi karşılamak için yeni teknikler ve düşünceler ortaya atılmış ve bu düşüncelerin sonucu olarak da toplumda bir ‘ekonomik düzen’ ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan bu ekonomik düzenin başarılı bir düzen olup olmadığı toplumun iktisadi sorunlarına etkili çözümler sunup sunamadığına bakılarak anlaşılmıştır. Bu durumda bir toplumun ekonomik dü-zeni hangi kaideler üzerine temellendirilirse, daha etkili ve en verimli sonuca ulaşılacaktır. Ülkenin yetersiz kaynaklarının en verimli, en hızlı gelişmesi ve en adaletli paylaşımı nasıl bir sistem ile yapılabilir gibi sorular ortaya değişik ekonomik sistem modelleri çıkarmıştır.
Ekonomik sistemlerin bir ucunda bireyci görüş vardır. Bu görüş savunucularına göre, toplumu meydana getiren herkes tutarlıdır, kişisel yararlar üstüne kurulu sistemde en verimli kesimler bulunup çıkarılacak, bu da toplumun bir bütün olarak kalkınmasını sağlayacaktır. ‘Kapitalizm’ adı verilen bu sistemin karşısında ise, toplum çıkarlarının kişisel çıkarlar üstünde tutulduğu diğer bir sistem vardır. Bu sistemde ekonomik yaşamın örgütlenmesi, planlanması ve yürütülmesi toplumun elindedir. Birey, geçimini toplumsal bir kurumda çalışarak sağlar. Söz konusu sistemin en son aşamasında birey toplumsal, ürüne yetenekleri oranında katılacak ve bunun karşılığında toplumsal ürünlerden ihtiyaçları oranında payını alacaktır. Bu aşamaya gelindiği zaman ‘komünizme’ de varılmış olmaktadır. Henüz bu son aşamaya varamamış olmakla birlikte bu ekonomik sistemin uygulamadaki önderi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği olmuştur. Ancak 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması ile dünya, ABD liderliğinde tek kutuplu bir döneme girmiştir. Doğu bloğunun çöküşü karşısında kapitalist sistem başarılı görülse de 1929 Büyük Buhranı, 1970’ler, 1980 bunalımları ve 2008 Küresel krizi, kapitalist sistemin de açmazları olduğunu göstermektedir. Krizlerin aşılması için uygulanan Neo liberal politikalarda sorunlara yönelik kalıcı çözüm getirememiştir. Dünya ekonomisinin kaotik yapısı 21. Yüzyılda ülkeleri yeni sistem arayışlarına yöneltmiştir. Bir yanda ulus devlet bir başka deyişle serbest piyasa ekonomisi modelinin ciddi sıkıntı ve sıkışıklarla karşılaşması ve buna bağlı olarak ortaya çıkan krizler, liberal kapitalizm ekonomisinin zayıflamasına neden olmuştur. Bu dönem içerisinde yükselen değer olarak kabul edilen ‘devlet kapitalizmi’ olarak da adlandırılan model ekonomik anlamda giderek daha fazla dikkatleri çekmektedir. Devlet kapitalizmi ağırlıklı ekonomiler hem bölgesel hem de ülke bazında, 2008’deki küresel krizden etkilenmemişler, tam tersi bir şekilde bu krizlerden kazançlı çıkmışlardır. Son ekonomik kriz ile birlikte ortaya liberal kapitalizmi ile devlet kapitalizmi arasındaki fark daha belirgin ortaya çıkmıştır.
Bu çalışmanın konusunuda piyasa ekonomisine dayalı kapitalist sistemi uygulayan ülkelerin (seçilmiş) uygulamaları ile Devlet kapitalizmine yönelen ülkelerin (Rusya ve Çin) uygulamalarının tarihsel süreç içinde karşılaştırılması oluşturmaktadır.