İyice kavranması gereken ve Friedrich'in de anlatmak istediği "anayasa" sözcüğünün biri hukuksal öbürü de siyasal olmak üzere iki anlamının olduğudur. Yani anayasa sadece bir devletin hukuksal statüsü olmayıp, devlet içinde iktidarı ve toplum içinde de devlet iktidarını sınırlayan bir belgedir. Bir başka deyişle, anayasal devleti anayasalı devletten ayırmak gerekir. Her devletin anayasası vardır; ama her devlet anayasal bir devlet olmayabilir. Gerçekleşmesi zor olan anayasal devlettir. Ayrıca, anayasal devleti gerçekleştirmek sadece bir anayasaya sahip olmakla mümkün olmayabilir. Hatta hiç anayasası olmamasına rağmen (yazılı anayasası yok demek istiyorum) İngiltere kuşkusuz anayasal bir devlettir. Yine azgelişmiş ülkelerin hemen hepsinin anayasası olmasına karşın çoğu anayasal devlet değildir.
Anayasacılık konusunda söylemek istediğim bir şey de bu olgunun Batı'da ortaya çıkmış olduğudur. Doğulu toplumlarda anayasacılık yani devletin iktidarını sınırlayan, kişi haklarını güvenceye alan bir belge olarak anayasanın anlaşılması Batı'nın etkisiyle olmuştur. 1789 Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi'nin 16. maddesindeki, "insan haklarının sağlanmadığı ve kuvvetler ayrılığının belirlenmediği toplumlar asla anayasaya sahip değildirler" ilkesi anayasacılığın ne olduğunu açıklıkla belirtmektedir. İşte bu anlamda anayasacılık Batı'da çıkmış bir kavramdır. Ancak şurası önemle ve ısrarla vurgulanmalıdır ki, anayasacılık veya insan hakları Batı'dan kaynaklandı diye diğer ülkelerde bunlar geçerli olamaz veya olmamalıdır sonucuna varılamaz. Çağımızda uygar olmanın koşulu anayasal devlet olmaktır.
Devlet iktidarı kurumsallaştığında, hukuksal bir çerçeveye alındığında ve bu yolla sınırlandığında anayasal devlet söz konusudur. Bundan böyle devlet iktidarını kullananlar emretme yetkilerini anayasadan alırlar ve kendi koymuş oldukları kurallara bağlı olurlar. Anayasa yasaların ve yönetsel düzenleyici işlemlerin yapılmasına ilişkin temel kuralları içerir. Anayasanın öngördüğü biçimde yapılan bu hukuksal işlemler herkesi bağlar. Böyle bir devlet keyfi bir biçimde yönetilmeyen bir devlet yani "hukuk devleti"dir.
Carl Friedrich'in Sınırlı Devlet'i okunurken bu yapıtın 1974 yılında yayımlandığı unutulmamalıdır. Yazar bu kitabını 1990'larda yazsa idi, kuşkusuz komünizme ve Sovyetler Birliği'ne bu denli geniş bir yer vermezdi veya verse bile bu farklı bir açıdan olurdu. İşin aslında şu an Sovyetler Birliği de yok. Hatta bazı yazarlar bunu "tarihin sonu" olarak nitelemektedirler. Ama "tarihin sonu" Friedrich'in savunduğu liberal görüş ve bunun sonunda ortaya çıkan anayasal devletin “Soğuk Savaş”ı kazanmasıyla gerçekleşmiştir.