Evden aldığı bir kâğıda, “Beni affet Hüzzâm. Varlığımla, sana hep hicranı, hüsranı getirdim. Hayatının en güzel yıllarını, varlığımın karanlığıyla örttüm hep. Artık sana bakacak ruhum ve yüzüm kalmadı. Geç kaldım hayatından çekilmekte, “Belki kader bir gün güler” ümidiyle. Yanılmışım, getirilen cesetleri mezarlarına sallayacak yüzüm ve gücüm kalmadı inan. Kaderimizi yazan kâtibin yakasını tutmak için gidiyorum. Seni, her zaman sevdim ve severek gidiyorum. Bahtın ve yolun açık olsun. Bütün haklarımı, sevdamı helal ettim, sevgili sözlüm. İffetin ikonu, sevgili Hüzzâm Beste, mahşerde, vefanda sadık kaldığına şahadet ederim” notunu yazmış, hapishanesinin ön tarafına, iyi görülecek biçimde, dikkatlice asmış, tavandaki çangala, su kuyusunun makarasından söküp getirdiği kırılmaz ipi geçirmiş, ilmiğini, asılı kaldığı anda, ayakları yere basmayacak yükseklikte ve nefesini hemen kesecek bir şekilde ayarlamış, takmış boynuna, “Siz gelemediyseniz, ben sizlere geliyorum. Bu haberi anlatamam, ruhu hüzzâm, vefası hüzzam ve hayatının bütün safhaları hüzzam olan çileli Hüzzâm’a” diyerek, çilesini ve sevdasını bu yalan dünyada bırakıp, tekmelemiş tahta sandalyesini.