"Baba, neden uyuyorsun hep?"
"Bu uyku değil galiba kızım."
"Ne peki?"
"Bir zeka oyunu."
"Zekâ oyunu mu?"
"Evet kızım. Önceleri, sadece bir zekâ oyunuydu."
Sinir bozucu zekasına fazlaca güvenen Mustafa Ayas Ofyaz (zatıalileri aynı zamanda adını lütfetmedikleri bir üniversitenin mimarlık fakültesi dekanı ve rektör adayıdır) kendi kendine bir zeka oyunu kurgular. Kurgusunun temelinde tutkun olduğu şehir İstanbul'un birkaç yüzyıl önceki halinde yaşamak vardır. Zaten ziyadesiyle takıntılıdır çoğu şeye; ayrıca kimi psikiyatrik durumlarla baş etmeye çalışır. Belki derdine deva olur diye geçmişe gitmeye bel bağlar ve bunun için lucid dream (açık rüya) ile ilgili çalışmalarını derinleştirir, bir yandan da harıl harıl 1800'lü yılların İstanbul'unu anlatan kitapları hatmeder.
Beyhude çabalar bunlar diye kendi kendini ikna etmeye yakınken, uykusundan "çotannkk" sesiyle kafasına inen bir hamam tasıyla uyanır. Hangi zamanda olduğunu bilmese de bir hamamın ortasında namüsait bir vaziyette tezahür etmektedir. O günden sonra hayatı, yeniçeri eskisi Bekir Usta'nın işlettiği hamam ile 2010'ların İstanbul'u arasında gelgitlerle sürecektir.
Hiç inkar etmesin, o artık bir garip Mustafa'dır. Kafasına yediği güdümlü sabunlar, Bekir Usta'nın geniş repertuarıyla bezenmiş bitmek bilmeyen azarları, Bekir'in sağ kolu Mehmet'in kaprisleri ve kurgu içinde sayıları beşi bulan Mahmut'lar yetmezmiş gibi, bir de üstüne Nizam-ı Cedit ile Yeniçeri Ocağı arasındaki çekişmenin ortasında bulur kendini.
Hikaye ilerledikçe çetrefilleşir, hem yeniçerilerin hem Cedit askerlerinin hem de tefeci İzak'ın peşinde olduğu ama Mustafa'ya emanet edilen altınlar, yangınlar, hastalıklar hatta bir izdivaç, hayatını epeyce renklendirir garibin. Mustafa iki zaman arasındaki geçiş nasıl oluyor diye düşüncelere gark olurken biz sizi şöyle kurguya alalım...
Vücudunuza etkisinin nasıl olacağını bilmediğiniz şeyleri denemeyiniz, eğer ufacık bir külhanda ölümü beklemiyorsanız...