Kelebek koleksiyonu yapmaya başladığı zaman hüzünle tanışmıştı.
O günden beri yabancısı değil hüznün.
Hüznü tanımla deseler, yine kelebek sayısıyla, onun koleksiyonuyla tanımlardı. Pır pır uçarken yakalanmış, gövdelerinden iğneler geçirilmiş kelebekler gelirdi gözlerinin önüne. Kelebek kanadında devinen binbir rengin kelebek sayısınca dondurulmuş hâli hüzündür, diyebilirdi...
Hüznü seviyordu.
Çünkü yaşamın bir parçasıydı hüzün de...
Uçan, çiçekten çiçeğe konan, durmadan değişen binbir rengin menevişlendiği canlı bir kelebek sürüsü değildi elbette ki hüzün. Olsa olsa kurutulmuş, dondurulmuş, otlardan, çiçeklerden ayrı düşmüş bir kelebek koleksiyonun adı olabilirdi.
Çünkü onlara daha çok yakışıyordu bu sözcük.