Dünya 2019 yılının son günlerinde, Çin’de yeni tip koronavirüs ile ilk kez tanıştı. Virüs, takip eden aylarda tüm kıtalara yayıldı. Bu süreçte zihinsel reflekslerimiz bizleri -korku ve endişeyi bastırmak amacıyla- tüm bu yaşananları dış basından kaygı ve üzüntü ile takip edeceğimiz ancak televizyon veya akıllı telefonlarımızın ekranlarında bırakıp hayatımıza devam edeceğimiz bir olay olduğuna inandırmak istese de; küresel pandemi ilan edilmesi ve ardından ülkemizde ilk vakanın açıklanmasıyla bu yadsıma sona erdi ve kendimizi modern zamanların en büyük salgınının ortasında bulduk.
Yaşamımızı her yönüyle derinden etkilemesi ile Covid-19 pandemisi geniş kapsamlı bir kriz olarak ortaya çıktı. Böylesi kriz dönemlerinde, insan zihni gerilimi ve endişeyi sonlandırmak için yadsıma, çoğunluğa ve/veya otoriteye uyma, itaat gösterme, günah keçisi arama gibi mekanik tepkilere başvurur.
Sosyal medyanın tek sosyallik haline geldiği pandeminin kriz koşullarında, büyük bir kullanıcı kitlesi içine düştüğü endişe ve korku ortamından kaçışı Çinlilere nefret üreterek bulurken; bir yandan da ağlarda güçlenen yargılara uyum sağlayarak görülme ve onaylanma ihtiyacını karşılamaya çalıştı. Günün sonunda ortaya çıkan tablo ise, nefret söylemi üretiminin sosyal etkilerle nasıl sinsi bir şekilde gerçekleştiğini tekrar gözler önüne serdi.