Saltanat ve Sadakat
Dört bir tarafı güçlü düşmanlar tarafından sarılmış yurtsuz Selçuklu ailesi, daha çocuk yaşta yetim kalan Tuğrul ve Çağrı adındaki iki kardeşe emanet edilmiştir. İyi organize edilmediğinde tahripkâr bir kalabalıktan öteye gitmeyen göçebe Oğuzlara ve aile içi homurdanmalara karşı iş birliği ve dayanışmadan başka çaresi olmayan bu iki kardeşin ortaya koydukları azim, cesaret ve mücadele, tükenme noktasına gelmiş bir aileyi önce devlet, sonra imparatorluk düzeyine ulaştırmıştır. Selçuklu Devleti’nin kurucuları Tuğrul ve Çağrı kardeşlerin bu şekilde özetlenebilecek hikâyesi, Türk tarihinde kardeşler arası ilişkinin genel karakterine meydan okuyan bir yapı arz eder. Tuğrul ve Çağrı Beylerin, Maveraünnehir’deki yurt arayışlarında bir hayli yıprandıktan sonra Horasan’a inmeleri ve buranın hâkimi Gaznelilerle savaşıp on yıl gibi kısa bir süre zarfında önce Horasan’ı, sonraki on yıl içinde de İran, Maveraünnehir, Hârezm, Azerbaycan, Ermenistan, Doğu Anadolu ve Irak’ı elde ederek tesis ettikleri devletin kuruluş hikâyesi sadece siyasî ve iktisadî koşullarla izah edilemez. Ahmet Kütük’ün kaleme aldığı Tuğrul ve Çağrı –Saltanat ve Sadakat–, kardeş beyler arasındaki ilişkilerin Selçuklu Devleti’nin kuruluşunda nasıl önemli bir rol oynadığını merkeze alarak Selçuklu tarihi araştırmalarına farklı bir boyut katıyor. Selçukluların kuruluş hikâyesini hem biyografik hem de psikolojik bağlamda mercek altına alan Ahmet Kütük, Tuğrul ve Çağrı Beylerin aralarındaki uyum ve mutabakatın; Nesa’da kararlılıkla savaş alanına dikilen Selçuklu bayrağının sadece yarım asır sonra nasıl Akdeniz sahillerinde dalgalanır hâle geldiğinin temel saikleri olduğunu gösteriyor. Ayrıca Dünya ve Türk tarihinde önemli bir yer tutan Selçukluların sonraki Türk devletlerine bıraktıkları mirası, bilhassa Selçuklular zamanında kaleme alınan kaynakları inceleyerek kapsamlı bir kuruluş tarihi içerisinde sunuyor.