Postmarksizmin Temel Eserlerinin Analizi Cilt: 1
Bu kitap yazar Zhang Yibing'in metin çözümlemesi yöntemi ile hazırlamış olduğu eserin birinci cildidir. Eser 1960'lardan itibaren yeni bir döneme giren Batı Marksizmi akımının en önde gelen post-Marx düşünürlerinin başyapıtlarını ele almaktadır. Çalışmada bir yandan bu düşünürlerin getirdikleri yeni düşünceler incelenirken öte yandan onların Marx ve Marksizm üzerine düşünceleri üzerine odaklanılmıştır. Birinci cilt post-Marksizm'in vaftiz babası Adorno'nun Negatif Diyalektik eseri ile Zizek'in İdeolojinin Yüce Nesnesi adlı eserinin okumasıdır. İkinci cilt ise Baudrillard'ın Üretimin Aynası, Derrida'nın Marx'ın Hayaletleri-Borç Durumu, Yas Çalışması ve Yeni Enternasyonali'ni ve Guy Debord'un Gösteri Toplumu'nu ele almaktadır. Yazara göre postmarksist düşüncenin gelişme tarihi kavranmaksızın, Marksist düşünceyi zenginleştirmek olanaksızdır.
Çin'de Marksist felsefe üzerine çok yönlü araştırmaların 1980'lerle birlikte yeni bir ivme ve derinlik kazandığı, özellikle daha önce bir tabu olarak görülmüş olan Batı Marksizmi ve post-Marksizm üzerine çok yönlü araştırmaların derinleştiği bilinmektedir. Türkiye'de iyi bilinen ve izlenen Batı Marksizmi üzerine, Çinli bir yazarın elinden çıkmış bir eser ilk kez Türkçeye çevrilmiş olmaktadır. Çin'de felsefe çalışmaları birbirleri bağlantılı üç ana sacayağı üzerinde oturmaktadır, Marksist felsefe, Batı felsefesi ve Çin felsefesi; bunun yanı sıra Latin Amerika, Hint ve Rus felsefesi ve Rus Marksizmi önemli araştırma alanlarını oluşturmaktadır. Batı Marksizmi üzerine felsefe ve ideoloji araştırmaları Marksizm araştırmalarının en önemli başlıklarından birini oluşturmaktadır.
Yazar Zhang Yibing, Çin'in önde gelen Batı Marksizmi araştırmacılarındandır, metin çözümlemelerinde kendi geliştirdiği "teorik konumlandırma" yöntemi çerçevesinde Batı Marksizmi, Marx'ın ve Lenin'in felsefesi üzerine çok sayıda kitap ve makaleleri ile yankı uyandırmış, kılı kırka yaran bir araştırmacı olarak dikkati çekmektedir. Yazarın diğer bir önemli özelliği eserlerin tarihsel ve düşünsel arka planına ve felsefi soy kütüğüne özel bir dikkat göstermesidir. Zhang Yibing'in içinde bulunduğu üçüncü kuşak Marksist felsefecilerin önemli bir özelliği bu ülkede felsefi araştırmaların kaba bir biçimde politikleştirilmesi ve kumanda edilmesi davranışının son bulduğu bir dönemde araştırmalarına başlamış olmalarıdır. Bu kuşak aynı zamanda üniversite eğitimlerine ara vererek "kültür devrimi" için kırsal alanlara gittikten sonra geri dönüp sonradan eğitimlerini ve araştırmalarını sürdürmeye başlamış olan bir kuşaktır. Dolayısıyla bu kuşak toplumsal-ekonomik arka plan olarak çağdaş Çin'in Sovyet modeli merkeziyetçi ve dünya ekonomisine kapalı plan ekonomisinden ve ülke çapında altı kademeli bir ücret sisteminin uygulandığı çalışma yaşamından, makro ekonomik yönlendirme altında sosyalist Pazar ekonomisine, uluslar arası ekonomi ile bütünleşmeye, çeşitli sektörlerde kamu dışı sektöre izin verilen, çoğulcu bir emek ve ücret sistemine geçildiği dönemi birlikte yaşamıştır. Marksist felsefe 19. yüzyılda kapitalist Pazar ekonomisi ve onun mezar kazıcısı olan modern proletaryanın oluşması ile birlikte ortaya çıkmıştı, onun çabasının asıl özü değişmeden kalmaktadır, var olan dünyayı eleştirmek, değiştirmek ve insanlığın özgürlüğe doğru mücadelesinin yolunu aydınlatmak; dolayısıyla dikkatli okuyucu eserde yazarın Çin'in bugünkü gerçeğine keskin gözlerle bakan önermelerini yadırgamayacaktır.
Adorno'nun Negatif Diyalektiği; Adorno'nun bu başyapıtı klasik Batı Marksizmi'nin evriminde önemli bir paradigma değişikliğine yol açan post-Marksizm'e ve postmarksgil eğilime yeni başlangıç noktaları getiren kilit bir eserdir. Aynı zamanda Batı Marksizmi'nin önemli bir kolu olan Frankfurt okulunun geç dönemine damgasını vurmuştur. Ek olarak, 1973 yılında İngilizceye çevrilen bu eserin henüz Türkçeye kazandırılmamış olması büyük bir talihsizlik olmuştur.
Adorno'nun totalite ve özdeşlik eleştirisi ile birlikte 1960'lı yıllara ait zorunlu tarihsel bir sonuç olarak klasik Batı Marksizmi'nin sona erişine tanık oluruz. Bu sona erme pratik anlamda 1968 Fransa'sındaki "Kızıl Fırtına"- batılı öğrencilerin devrimci hareketleri- ve Prag'daki "Gül Devriminin" başarısızlığı yoluyla gerçekleşmiştir. Adorno'yu Marx'tan temelden ayıran şey, Adorno'nun insanın üretici gücünü, yani insanın doğa ve dış dünya üzerindeki dönüştürücü "fethini" hedef tahtasına almasıdır; oysa Marx bu konuyu hiçbir zaman sorgulamamıştır ve bu post-Marksizm'in kilit noktalarından biri haline gelir.
Georg Lukacs'ın bütünselliğin tarihsel diyalektiği görüşü, Antonio Gramsci'nın pratiğin hegemonyası düşüncesi ve Karl Korsch'un özne-nesne özdeşliği kavramları ve bu düşünürlerin teorik mantık ile kapitalist gerçekliği ayıran yaklaşımlara getirdikleri itiraz klasik Batı Marksizmi'nin inşasında başlıca öğeleri oluşturmuştur. Bu yazarlar, Marksizm'in ideolojik ve resmi bir biçimde yapılandırılmasına, özellikle de Marx'ın klasik Marksist ideologlar tarafından bilimsel olmayan yorumlarla idolleştirilmesine karşı çıkmışlardır. Böylece bu akım, Marksizmin metinlerini yeniden yorumlamaya girişir ve Engels-Stalin sisteminden farklılaşan, Ortodoks-olmayan bir "neo-Marksizm" oluşturmaya çabalar. Fakat öte yandan bu yeni doğan Marx genellikle batılı bir kültürel ve felsefi okul çerçevesinde konumlandırılır. En önemlisi de, bu Sol teoriler, aslında burjuva politik sistemine endüstriyel medeniyet çerçevesinde karşı duran ideolojiler olmalarına karşın, kendi Marksizm yorumlarının otantikliği üzerinde ısrarla dururlar.
1930'lardan sonra ise genç Marx'ın 1844 Ekonomi ve Felsefe El Yazmaları'nı temel alan yeni bir hümanist Marksizm ortaya çıkar. Frankfurt Okulu'nun erken dönem araştırmalarını da içeren bu Marksist okul Ernst Bloch'un, Jean-Paul Sartre'nin, Erich Fromm'un ve Henri Lefebvre'nin geliştirdikleri fikirlerle birlikte hümanist bir yapıya sahiptir. Bu hümanist Marksist eğilim 1960'ların ortalarında doruk noktasına ulaşır ve Althusser'in ve diğer Batılı Marksistlerin önderlik ettiği bilimselci kanadın büyük hücumuna maruz kalır ve Batı Marksizmi içinde bir hümanizm ve bilimselcilik paradoksu oluşmuş olur.
Bu arka plan içinde Adorno ve Horkheimer'ın birlikte yazdıkları Aydınlanmanın Diyalektiği (Bu eser 1944, 1947, 1969'da basılır) ile birlikte Frankfurt Okulu içinde yeni bir teorik aşama başlatılmış olur. Ve ardından Adorno Negatif Diyalektik (1966 ve 1973'te basılır) başyapıtı ile bütün bir sanayi toplumunun içsel reddini savunan yeni bir mantığa dayalı düşünce eğilimini üretir. Bu yeni mantığa göre: Bir burjuva liberal söylem olarak Aydınlanma ile - araçsal aklın kolu olan -doğayı köleleştirmeye ve insan üzerinde hâkimiyet kurmaya dayanak olan bu söylem ile- benzer bir içeriği taşıyan herhangi bir bakış açısı ile girişilecek herhangi bir kurtuluş ve özgürlük çabası kapitalist totalitenin komplo düzeneğinin bir parçası olacaktır. İnsan tarafından doğaya dayatılan şiddet ilişkisi eleştirel gözetim altında alınır. Böylece artık üretici güçlerin gelişiminin en önemli dayanağı olan- insanın doğayı dönüştürme eylemi ve insani özgürleşmenin temel mantığı reddedilir. Frankfurt Okulu Adorno'nun düşünceleri ile yeni post-hümanizmi merkeze alan büyük bir teorik dönüş yapar. Adorno araştırmalarında en temel yanılgı diyalektiğin "salt öznel" bir şey olarak görülmesinden hareketle onun "nesnel diyalektiği" reddettiği sonucuna varılmasıdır.
Zizek ve İdeolojinin Yüce Nesnesi
Zhang Yibing bu eseri Zizek'in diğer eserleri ile birlikte okumaktadır. Zizek'in ideoloji ve kültür eleştirisi teorilerine yaptığı katkıların tartışılmaz önemi bilinmektedir. Zizek, Marx'ın devrimci ruhunun ancak Lacancı felsefe bağlamında canlı tutulabileceğine inanmaktadır. Lacan'ın damadının öğrencisi olan eski sosyalist Yugoslavya vatandaşı olan Zizek bu kitap ile üç hedefe ulaşmayı amaçlamaktadır: Lacan'ı tanıtmak, Hegel'i güncellemek ve Lacan ve Marx üzerine inşa edilen yeni bir ideoloji teorisi oluşturmak. Ona göre Lacan Aydınlan