Akordeon, göç şarkıları çalarken bir başka dinlerlerdi. Tarihin, dikenli köye savurduğu bulutlardı onlar. Neler yaşamışlardı birlikte neler… Anen kırk yaşında doğurunca çocuklar gibi şendi. Şehriban, Devletkeri'ye dik dik bakabiliyordu ya! Her zaman ondan yanaydılar. Derdini tesbih tanelerine anlatan Azizbekir'e çok acıdılar. Yola gelmez Etem, soyup soğana çevirdiğinde öfke doluydu gözleri. Dava memleket davasıysa tüm yumruklar masada. Hatice, oğlunun koluna dokunup, “Talih mi kader mi bunlar?” dediğinde ise çok üzgün. Ah, ne vardı sanki Şaban gibi kızdıkları insanlara taş atabilseler! Kendilerine kucak açan imparatorluk gün gelip dara düştüğünde kapılarını çaldı. Doğudan ve batıdan savrulmuşlarsa da birbirlerinin kaderlerine ortaktılar. Tahtadan yaptıkları taht, hükümdarın temsilcisiydi.Hep el üstünde olan taht; yangında, selde, zelzelede ilk kurtarılacaklar arasında… Hayır, hayır sürgün yememişlerdi. Dünyanın bin bir türlü hâli var denirdi ya işte öyle bir şeydi başlarına gelen. Talihin tahta oyuncağına mı dönmüşlerdi yoksa tarihin oyununa mı gelmişlerdi?