Bir özne olarak şairin, ilk şair sıfatıyla anılmasından bu yana, ortak yaşama koşullarında olaylara göre nitelik değişkenlikleri göstermiş olması doğal karşılanabilir. Bu nitelik, o günkü toplulukların ya da örgütlenebilmiş toplumların, daha çok olumladıkları yönde ve bir düşünsel, edimsel önderlik / öncülük payesi de verilerek oluşmuş görünmekte. Bugün de birçok modern toplumda şairin yeri bellidir; aydın, entelektüel, duyarlı, muhalif, öncü... Hipotezi şöyle kurabiliriz: Şair, dilinin iyilik - doğruluk - güzellik ideasından yanalığı beklenen, çağa uygunluk bağlamında muhalif kanatta gelişime açık olan tarihsel - toplumsal bireydir. Şair - özne, önde olmanın simgesi ve aydınlık bir gelecek tasavvurunun gösterenidir. Kendi kendini belirlemede yalnızdır, bilgili ve sezgi gücü güçlü kişi olması nedeniyle de gelişkin bir vicdan sahibidir. Şair, tarihi boyunca edindiği bu kavramsallaştırılmış niteliğe ya sahip çıkacaktır ya da modern, post - modern nitelemelere bağlı kalarak kendilik durumunu sonlandıracaktır. Bugünkü tartışmanın boyutu budur ve şair ya "kendilik sürecinde" direnerek insanın yükselişine kendini de aşarak katılacaktır ya da vicdanını olup bitene kapalı tutup şiirsel eylemliliğini, var olan sistemden yana, ona uygun, onun koşullarını gözeten bir yatağa bağlı kalarak sürdürecektir. Bu çalışmanın birincil sorunu, şair böyle bir yoksullaşmayı göze alıyorsa bu yoksullaşmaya karşı argümanları açıklamak, şaire tarihsel - toplumsal birey’liğini anımsatmak, olabilirse "kendilik" niteliğini aşması için sürece katkıda bulunmak, toplumsal savaşımların "gerçek insani gelişim" adına bitmediğini, sürdüğünü göstermektir.