İslâm Ümmetinin hali hazırdaki durumu, İslâm’a, insanlığa ve tarihe karşı her geçen gün artmakta olan sorumluluklarımızı bizlere hatırlatmaktadır. Bu noktadan olaylara ve geleceğe baktığımızda, İslâm ümmeti olarak tarihte oluşturduğumuz medeniyete ve bütün dünyaya yaydığımız muazzam ilmî düzeye yeniden ulaşmak umuduyla günümüzü ve geçmişimizi ele almak arzusundayız.
Kökleri vahyin ilahî temelleri üzerine inşa edilmiş olan vahiy medeniyetini insanlığa yeniden tanıtmak için onu yeniden ihya etmek, tarihin tanıkları ve yazarları arasında olmamız bakımından en büyük hedefimizdir. İslâm Medeniyetinin durakladığı süreçlerde ümmet olarak yaptığımız ihmalleri, yanlışlıkları ve bu alanlardaki zaaflarımızı çok iyi tespit edebilmek adına tarihimizi yeniden sağlıklı bir şekilde öğrenmemiz, yeniden okuyup yorumlamamız, davamıza hizmet etme sürecinde kaçınılmaz bir başlangıç noktasını teşkil etmektedir. Bu hedef ve maksatla öncelikle tarih ilminin tarifini doğruya en yakın bir şekilde, gerekli tüm kural ve ölçüleriyle yapmak zorunda olduğumuzu asla unutmamalıyız.
Tarih, “insanlık hayatında meydana gelen olayların bütünü, kısaca insanlığın bir biyografisi olup hayatta yaşanan olayların tümünün belirli bir düzenle anlatılıp kaleme alınması ve dolayısıyla te’lif edilmesidir.” Bu ifadelerden maksadımız şudur: “Tarih, insanlık hayatında meydana gelen olayların bütünüdür,” derken, öncelikle insanların eylemleri ve insanlarla ilgili olayları kastediyoruz. “Bu olayların tümünün düzenle anlatılıp kaleme alınması ve dolayısıyla te’lif edilmesidir” derken de tarihi olayların tamamen insanların fiillerinden meydana geldiği kastedilmektedir. Çünkü olup biten her şeyin kesin olarak te’lif edilip yazılması ve tarihi bilgiler arasına kaydedilmiş olması mümkün değildir. Ancak gerek olup bitenler gerekse olduktan sonra tespit edilip kaleme alınanlar açısından tarih, insanlığın eseri ve fiilleridir. Olayları yapan da bu olayları bir düzen içinde kaleme alan da insanın ve tarihçinin kendisidir.
Bu açıklamaların ışığında “Tarih nedir?“ diye sorulacak olursa buna karşılık olarak verilecek genel bir cevap şöyle olabilir: “Tarih, geçmişin bilgisini ve olup biten her şeyi sistemli bir şekilde günümüze kaydederek aktaran bir ilimdir.”
En kısa tanımıyla tarih, “olaylar zinciri” demektir. Geçmişten bize ulaşan ve günümüzde ortaya çıkan, geçmiştekilerin yaşadıkları hayat ile ilgili bilgilerdir. Ümmetlerin geçmişi ile ilgili bilgiler yığını olup, toplumların bugününü anlamaya yarayan bir araç, geleceklerini daha güzel görmeye imkân veren bir disiplindir.
Daha güzel, daha olumlu ve daha nitelikli bir dünyanın inşası sürecinde tarihten şimdiye ve geleceğe tutulacak ışığa büyük bir ihtiyacımız bulunmaktadır. Tarih bilmeyen siyasiler ve devlet adamları başarılı olamazlar. Tarih bilmeyen diğer ilim ve disiplinlerin uzmanları da kendi alanlarında eksiklikler yaşarlar. Tarih bilmeyen sosyolog, hukukçu ve felsefe uzmanı olmamalıdır. Bunun için de tarihin doğru tanınması, doğru tanımlanması ve akıl-vicdan bütünlüğüne en uygun şekilde anlamlandırılması noktasında tarihçilere ve tarih okurlarına da büyük ve önemli görevler düşmektedir. Aydın, seçkin, dava sahibi ve hedefi olan bir okur kitlesine hitap etmeyi bir tarihçi olarak arzu ederken, ülkemizin tarih literatürünün geçmişe yönelik yaşanan olaylar silsilesine daha dikkatli ve daha somut faydalar sunacak şekilde kurgulanmasını da hedeflemek durumundayız. Bu noktada tarihteki olayları anlatır ve yorumlarken duygusallığın geçerli olmadığını bilmek gerekir. Irkçılık ve milliyetçiliğin her türlüsü duygusallığa yol açacağından tarihçi bu anlayış ve duygusallıklardan uzak olmak zorundadır.
Elinizdeki mütevazı çalışmamız, çoğunluğu itibariyle farklı zaman dilimlerinde kaleme aldığımız makale, sempozyum bildirisi ve denemelerimizden oluşmaktadır. Kitabımızın hazırlık sürecinde bu çalışmamızın içeriğindeki tüm yazılarımızı “İslâm ve Tarih”, “Çığır Açan Hadiseler”, “Müslümanlar ve Ötekiler” ve “İslâm’da Yönetim Tartışmaları” başlıkları altında toplamayı ve bu şekilde bütüncül bir kompozisyona ulaşmayı uygun gördük.
Tarih algımızı önce teorik açıdan masaya yatırmamızın ardından ilk bölüm içerisinde örnek konu ve olaylar çerçevesinde İslâm tarih algısına yönelik genel bakış açımızı yansıtmaya çalıştık.
Popüler tarih kitaplarında sıklıkla karşılaşılan ancak pek çok defa akademik hassasiyetlerden uzak bir anlayışla, modernizm ve oryantalizmin etkisinde kalarak, bazen de milli ve ırkî duygusallıklar içinde ele alındığına şahit olduğumuz önemli konularla ilgili makalelerimizi ise ikinci bölümümüz içerisinde yayına hazırladık. Duygusal motivasyonlardan ve toptan reddedici yaklaşımlardan uzak bir şekilde İslâm kaynakları ekseninde ele aldığımız bu yazılarımızda, konularla ilgili en objektif ve doyurucu tarih tezlerini desteklemeyi, İslâm'ın ruhuna uygun bir yaklaşımla hareket etmeyi ve bu ilkelerle telif yapmayı gaye edindik.
“Küresel dünyada” ve “globalleşen toplumlarda” ifadeleriyle başlayan kitap ve yazılarda sıklıkla değinilen, idealleri hedeflemesine rağmen olumlu pratik örnekler sunulamayan “bir arada yaşama” ve “çok kültürlülük” konularına yönelik yazılarımızı ise, “Müslümanlar ve Ötekiler” üst başlığı altında ele aldık. Ülkemizin ve ümmetimizin kültürel potansiyelinin yanı sıra tarihi geçmişimizden somut örnekler sunmaya çalıştık.
Haksızlıklar karşısında susan, gereksiz itaat kültürüne alışmış pasif bir ümmet anlayışını reddederek; nefsimize, toplumumuza ve dünyaya şekil verme ve gelecek nesillere İslâm davasını net bir anlayışla anlatma gayesiyle kaleme aldığımız yazılarımızı da son bölümümüz içerisinde neşrettik. Özellikle düşünsel arayışlar içerisinde bocalayan genç kitlelere ışık tutabileceğini düşündüğümüz bu son bölümdeki yazılarımızla ümmetin birliğini sağlayacak hedefleri bir kez daha hatırlatmak istedik.