Filozoflar ve Kralların Ölüm Dansı
US LEKESİ
“Filozoflar ve Kralların Ölüm Dansı”
“Gözlerinin bağlandığı ve bir ölüm müziği çalmasının istendiği an
gelmişti. Buraya kadar. Zaman silinmişti. Kubbenin tepesinde kaç
gün devrilmişti Allah bilir. İnsanlar bir düşten uyanmıştı, yüzleri
dağılıp gitmenin eşiğindeydi. Tek tek sorgulandılar; uzatılan
taslardan ölüm içti kimileri. İşte o zaman kaçma girişimleri
başladı. Çok geçmeden de kıyım. Ulumalar ve canhıraş seslerden,
yokluğunun fark edilmeyeceğini anlamış, dışarı atmıştı kendini; düş
kırıklığı ve göğsünde şiddetli bir kasılmayla fazla uzağa gidememişti.
Ziyafetin verilmeye başlandığı akşamın sabahıydı. O ise, gün ışığını
çok sonra fark edebildi.
Çılgınlık ve zehir kasıp kavurdu içeridekileri, Seyfüddevle’nin kılıcı
başları ayırdı omuzlarından lakin vazgeçmediler; kaçmaya çalıştılar.
Umutsuzca da olsa, tekrar kaçma girişiminde bulunanlardan biri,
işte o Yahudi’ydi.
Emir sarsak sarsak dışarı çıktı, elinde kanlı kılıcını bir asa gibi
uzatarak ilerledi Fârâbî’ye. Kör gibi yürüyordu. Düşe kalka,
kumlarda sürüne sürüne haykırıyordu: ‘Gitme feylesof! Beni
sonsuza dek susturmadan, bir daha ihanet görmeyeceğim bir uykuya
daldırmadan gitme. Kervan gitti, ateş gibi yolda kaldım. Bana bağlı
olanları bile kılıçtan geçirdim.’
Bu düş kırıklığı, acı mı yoksa tiksinti mi salıyordu içine, tam
çözemedi Fârâbî. En zor notaları matematiksel olarak çözümleyebilen
feylesof, hislerini ve yön duygusunu yitirmiş, ışığın doğduğu yeri
düşlüyordu uçsuz bucaksız bozkırda evrenin diliyle bütünleşmeye
çalışarak.
‘Bir daha asla!’ diyordu, ‘asla müziğimi böyle tehlikeli bir iş için
kullanmam.’ ”