1880-1918
Titanic neden hatırlanıyor? Bu büyük facia, tarihte benzeri yaşanmamış biçimde, üstelik eşzamanlı olarak tüm dünyada duyulmuştu. Telsizler, telgraf operatörleri, gazeteler an be an bu dramdan haberdar olabilmişlerdi. Gemiyi batarken izleyen yüzlerce kazazede tanıklıklarını anlatacak, Titanic’in hikâyesi yine eşzamanlı bir ivmeyle her yerde bilinir olacaktı. Buharlı gemiler ve enerji kullanımıyla yolculuk süreleri azalmıştı; bu faciayla birlikte sadece ulaşım değil, iletişim sürelerinin de kısaldığı anlaşıldı. Hemen herkes zaman ve uzam deneyiminde bir devrim yaşandığının farkındaydı. Stephen Kern, 1880-1918 zaman aralığında, bu devrimi ve yarattığı etkileri irdeliyor. Fizikte Einstein’ın görecelilik kuramı, felsefede Bergson’un sürelilik kavramı, psikiyatride Freud’un bilinç dışı zihinsel süreçleri, sosyolojide Durkheim’ın zaman ve mekânın sosyal göreceliliği, resimde Picasso’nun kübizmi ve edebiyatta Proust’un kayıp zaman arayışı ile Joyce’un bilinç akışı tekniğine odaklanıyor. Geleneksel hiyerarşilerin dağılmasını, mesafe engelini ve sınırları ortadan kaldıran iletişim teknolojilerinin yarattığı devinimleri betimliyor. Daha 1913 yılında sinema, kamera gözü her yere girebildiği için, ayrıca ucuz giriş fiyatları ve karışık oturma düzeniyle tiyatronun entelektüel kültürünü işçi sınıfına açtığı için, "demokratik sanat" addedilir. Bisiklet de sosyal uzamda kurduğu köprüyle "önemli bir düzleyici" olur ve uzun mesafeli seyahati mümkün kılarak, seyahat ücretini ya da araba giderini karşılayamayan orta ve alt sınıflara bu imkânı sağlar. Arabanın demokratikleştirici etkisi, daha kitleler için yeterince ucuz değilken bile, hemen anlaşılır. Aristokrasinin kırsal yerleşim statüsünün yerini burjuvazinin yeni kentsel yerleşim statüsü almaya başlayınca, toplumsal saygınlığın korunmasında mesafenin değeri azalır.