Baskı, işkence, hapishaneler derken aklımıza ilk gelen dönemlerden biri kuşkusuz 12 Eylül’dür. Kişisel ya da toplumsal hafızamızı ayrıntılı olarak açmaya başladığımızda ise ülkemizdeki demokrasi, bağımsızlık, özgürlük ve her türden hak mücadelesi sürecinde işkencelerin, gözaltıların süreğen bir devlet politikası olduğunu görürüz.
"Kar Yağarken Düşlerime" de 12 Eylül 1980 tarihinin geride kaldığı yıllarda, 1980’li yılların sonu, 1990’lı yılların başında; 12 Eylül’ün ölü toprağından filizlenerek, karanlığa karşı mücadeleyi sürdürenlerin gözaltı dönemlerinden kesitler sunuyor.
Dün ve bugün olduğu gibi dernekler basılıyor, basın toplantıları paneller dağıtılıyor, halkın ve devrimcilerin üzerine çevik kuvvetle saldırı yapılıyor. İşkence; alanlarda, sokakta başlatılıyor. Dernekçiler, sendikacılar sorgulanıyor. 12 Eylül’ün kurduğu sistemin burnundan devlet her zaman olduğu gibi yine kıl aldırmıyor. 1980 yılında küçük olan ve 1980 yılından bu yana doğan çocuklarımıza yaşananlara ilişkin her ayrıntıyı anlatmak, hatırlatmak da kardeşçe yaşanılası bir dünya düşünün bir gereğidir. Yoksa yaşadığımız birçok olayda olduğu gibi zaman ilerledikçe geçmiş küçülerek yok olup, sönükleşecektir. Onun için kitabın arka kapağında yer alan, “Biliyoruz ki yazılmasa da anlatılmasa da sorgu merkezlerinde o sistemin dişlileri arasına atılmış olan herkesin koynunda saklı kalan böylesi güncelerin var olduğunu.” sözlerine katılmamak mümkün değil.
Gözaltı ve işkence güncesi niteliğindeki bu kitabı eline alan ve aynı gerçeklerle yüz yüze gelmiş her okur kitapta kendinden bir şeyi mutlaka bulacaktır. Hem hatırlamak ve hem şimdiki ve gelecek kuşağımızın hafızasında iz bırakmak için yaşanmışlıkları görünür kılmak mücadele kültürünün bir gereğidir. Hatice Eroğlu Akdoğan’ın “Kar Yağarken Düşlerime” yapıtı da bu açıdan önem taşımaktadır. Unutmamalıyız ki, unutturmaya alıştırmak bir devlet politikasıdır. Bu politikanın üstesinden tarihimizi canlı tutarak gelebiliriz.