“Bilen Varsa Söylesin” başlıklı yazısının girişinde şöyle demekteydi:“Hint edebiyatında herhangi bir konuyu dillendirmek için hayvanları konuştururlar. Doğrudan insanı hedef alıp onu rencide etmemek için emsal ve temsili olarak hayvanları kullanırlar. Bizim oralarda sebze ekilen yerlere bostan denir. Bostanlarda bir kuş olur, küçücük bir kuş. On gram gelmez ama o kadar renkli ve sevimli bir kuş ki… Balcan kuşu derler. Bu kuş dile gelmiş: “Şu insanların yorgunluğunu görüyorum da bir batman etim eriyor.” demiş. ‘Yahu senin etin ne budun ne. Alayı on gramsın.’ demişler. ‘Ben sizin terazinizle tartılmıyorum ki, ben kendi terazimle tartılıyorum.’ demiş. Eh ne denir? Herkes kendi bildiğini söyler, kendi düşündüğünü uygular.” Dayımın yazısı doğadan, masallardan, hikayelerden, yaşantılardan beslenerek çok akıcı ve öğretici biçimde devam ediyor. Onun anlattığı bu balcan kuşu fablını, çocukluğumda haytik kuşu (nar bülbülü) için duymuştum. Güzel ve akıllı anam bize hep anlatırdı. Derken, dayım çocukluğuma yolculuk yaptırdı birden. Aklıma Aşkar dedemizin kış günleri ocak başında torunlarını toplayıp bize anlattığı “Gücük Çakal” masalı geldi. Çocukluğumuzun geniş insan ilişkileri içinde biçimlenen sımsıcak günlerini, günümüzün koşullarında nasıl geliştirebiliriz, diye düşünmeye başladım. Koronanın evlere hapsettiği insanları dijitale mahkum etmek isteyenlere karşı, alternatif yaşam biçimlerine kafa yormanın tam zamanı…dijital “