Handan bakındı bakındı, “Yumurta alayım,” dedi. “Ama az olsun. Taze olsun,” dedi. “Nasıl olsa burayı öğrendim. Gelir taze taze alırım,” dedi. Sen gel tabii. Senin gelmediğin dükkânın ben anasını satarım. Sen gel tabii. Senin almadığın yumurtayı ben yere çalarım. Sen gel tabii, ben tüm Yozgat’ı bırakır tüm malı sana saklarım sultanım, diyemedim. “Her zaman,” dedim. “Her zaman bekleriz.”
Her işin ivilini civilini bilen esnaflar, Çamlığa çıkan, Yozgat’a yukarıdan bakan âşıklar, öpçe bebeler, sesi kılavlı, öyle ataşlı öyle delikanlı kopiller, iyi pişmiş gözlemeler... Tina’nın çilleri var. Aziz Efendi ne kokuyor? Ayva, sobanın üstünde döne döne pişiyor. Mahalleye Bursa’dan bir Mersedes geliyor, Piç Sevi nasıl da çalım atıyor, Refet Efendi nasıl da dertleniyor... Lan Şahin, yazık değil mi Memnune’ye? Yazık değil mi sana?
Mustafa Çiftci, şeker gibi iyimser hikâyeler anlatıyor taşradan, kıtlıktan... Kara sakız, kendir, kına, kaya tuzu, iğde... “Vatandaş, ne isterse vereceksin, yok demeyeceksin.”
Bozkırda Altmışaltı, gülerek memlekete bakıyor... Allah için, Elif de kolay unutulmuyor işte...