Sahilden Bostancı, arayış, umut etme, kabullenme gibi duyguların rehberlik ettiği, farklı coğrafyaların ev sahipliği yaptığı hikayelerin, bir minibüste denk gelebilecek ancak bir sokakla yaşamları tamamen ayrışabilecek insanların hayatlarına göz kırpan bir kitap. Gül Ersoy, arayışın, kişinin kendine ve etrafına karşı geliştirdiği sorgulama dürtüsünün coğrafya ile nasıl bir ilişkisi olduğunu, yolları kat etmenin kişi ile peşine düşülen cevaplar arasındaki mesafeyi nasıl etkilediğini anlamak adına birçok durakta mola veriyor, bir minibüs hattını, eski bir şarkıyı başlangıç noktası alıp, dünyaya uzanıyor.
Şehir hayatının rekabetle saldıran, kıskacına alan düzeni karşısında "hayır" diyebilmenin ve sırtını dönüp gidebilmenin özgürleştiriciliğini sunuyor. Diğer yandan da taşraya uzanıp, küçük bir kasabada toplumsal cinsiyet rollerinin bireyi nasıl yonttuğunu; kimliğini kazanma mücadelesinin ekmeğini kazanma derdi ile nasıl çeliştiğini gösteriyor. Tarlalarında günebakanlar yerine toplu konutlar yükselen kasabalarda, bireyin kendini var etmekten yoksun hale gelmesiyle yalnızlığın bile nasıl anlamsızlaştığını anlatıyor.
Dut karasının kirini kırmızı ojeyle kapatmaya çalışan bir el uzanıyor bu öykülerden bize. Kavanozların içinde, mutfak dolabı raflarında birikmeye çalışan umut, sayfaların arasında uçuşuyor.