Bir tarihsel kavşak noktasında olduğumuz söylenebilir. Kavşaklar genellikle farklı seçenekler sunar. Belki postmodern söylemin en cazip tarafı, modernizmin içerdiği zorunlu ve tek yön düşüncesine karşılık yolların çeşitlenebileceğine zihni de iradeyi de hazırlamış olmasıdır. Postmodernite, modernitenin aksine farklı yol ve güzergahlardan gidilebileceğine ve geçilebileceğine açık bir alan bırakıyor. Yollar farklılaşabilir, hakikat iddiaları da, tarihsel algılar ve yönler de... Herkesin tarihe müdahale etme imkânı vardır. Çok söyleyen olmuyor, ama bu düşünce ışığında rahatlıkla diyebiliriz ki, öznenin, iradesiyle, insanî farklılığı ve varoluşuyla dönüşünü kutlayabiliriz. Çok söyleyen olmuyor, çünkü postmodernite daha ziyade özneyi büyük bir karamsarlığa ve iradesizliğe götüren, göreceli hakikat anlayışının içine düşürdüğü bir nihilizmle özdeşleştiriliyor. Bu nihilizmin bir etkisi kadercilik, onun da siyaset üzerindeki nihaî etkisi kinizm ve siyasal yabancılaşma oluyor. Oysa görecelik postmodernitenin sadece keşfettiği bir hakikattir, bu hakikat, insanın insanlığını, faniliğini, sınırlarını, yani aslında yerini ona öğreten bir etki de yapıyor. İnsanı tanrılaştıran ve bütün hakikatlerin tek ölçüsü haline getiren modernizmin hümanizminin, bizi alıştırdığı kesinlik duygusunun kendisinde bir maraz olduğunu bugün anlamaya bu sayede daha fazla yaklaşmış bulunuyoruz.