Ey can!
Sevda bir gün gelirse sana, çalmadan girer kapını.
Bir elinde mutluluk bir elinde acıyla…
Yağmur ile başlar hikâye… Sonrasında artırır rüzgârını ve sertleşir, acımasızlaşır. Sonunda bir kar tanesinin gökten süzülüşüne bırakır kendini. Bir vuslat arayışının içinde sakinleşir gönüller…
Daha sonra kendini dünyanın en acımasız sorusunun içinde bulur: “Aşkın olduğu yerde vuslat olmalı mı?”
Kitabın kapağını kapatan yürekler anlar ki; aşkın iki meyvesi, yani hasret ve vuslat sunulur her daim aşkın kuyusunda… Ve bilinmez çoğu zaman, hasretin mi yoksa vuslatın mı daha acı olduğu…
...Aşkı güya bilen Lâl ile aşkı rüya bilen Bilal’in, aşkın yoluna düşen Bilal ile aşkın kuyusuna düşen Lâl’in hikâyesidir bu…
Sözler diyarının sonunda, ezelden beridir birbirine yazılmış iki bedene paylaştırılmış tek bir ruhun kendini arayışının hikâyesidir…
Konuşmasıyla iz, okunmasıyla söz, dokunmasıyla gözyaşı bırakır ardında…