Çalışma arzusunun motivasyon kaynağı; duygusal, sosyal ve ekonomik ihtiyaçların karşılanmasına dayanır. Birey ürettikçe değer kazanıp bu değerin anlamlı hale getirdiği dünya içinde çevresini de çizginin ötesine taşımaktadır. Bu açıdan konuya yaklaşıldığında çalışanların, sadece bir üretim vasıtası olarak değil üretimin değer yarattığı dünya içinde her şeyi yeniden yaratan özgün bir güç olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Üretimin sadece fiziksel bir artış olmayıp çevreye değer katan niteliksel bir kıymetlenmeyi de ifade etmesi, bu sürecin en önemli aktörü olan işçinin merkeze konulmasını zorunlu kılar. Bu nedenle işçinin kişiliği ile tanımlı hale gelen durumunun bilinmesi gerekmektedir. İşçinin kişiliği ve kişisel özelliklerinin belli bir zaman dilimi içinde kendisini gösterdiği form da “kişisel durum” olarak somutlaşır. Bu halde işçinin kişisel durumunun, üretim faaliyetlerini de içine alan iş ilişkisi içinde gözetilmesi hem çalışma hayatına hem de işçinin kişiliğinin gelişmesi amacına da hizmet edecektir.
İş mevzuatının ve iş ilişkilerinin doğduğu andan bu yana kaydedilen gelişim seyrine bakıldığında işçinin insani durumunun, bireysel özelliklerinin, kimi zaman cinsiyetine özgü durumların gitgide daha fazla dikkate alındığı görülmektedir. Çalışanın bir değer olarak özne konumunda olması hem çalışma barışı hem de üretimin nicelik ve niteliği bakımından hayati olduğundan, çalışmamızın temel amacı; bu durumun gözardı edilemez bir ihtiyaç olduğunun, koşulların dayatması ile değil tarafların mutabakatı ile fark edilmesidir.