Mağusa'da ortalık sakindi. Sadece, delikanlıların yapacak işi yoktu. Bütün gün yaşanan, hep aynı sahnelerdi. Çadırları toparlıyor, yaptıkları bostanla ilgileniyordu çocuklar. Marangozluk işleri de geliyordu ellerinden: tabureler, sandalyeler. Fakat zaman kolay geçmiyordu. Bunun için İngilizlerden iş istediler. Onlar da bazılarını yük taşımaları için limana gönderdi. Maria'nın kuzeni Yorgos da gitti limana, ama hoşlanmadı bu işten. Fakat limanda, bir berber dükkânı olan, oranın yerlisi biriyle tanıştı ve kentte kaldı. Anna'yla tanışan kardeşi Nikolas da aynı şekilde. Anna da oranın yerlisiydi.
Türkiyeli göçmenlerle ilgili haber gelene kadar kırk günlük karantina süresi çoktan geçmişti: "Venizelos göçmenlere Yunanistan'da ev ve arazi veriyor." Birçoğu hemen hayatını düzene soktu bile. Kokinia, Perama, Nea İonia, Filadelfia, Kalogreza, hepsi göçmenlerle doldu. Hiç beklemeden - acı hatıralar ve özlemle - vaftiz ettiler bile buraları; arkasından da kurdular barakalarını. Allah büyüktü.
Bir akşam İngilizler göçmenlerin önde gelenlerini toplayıp durumu anlatmıştı. Herkes karar vermekte özgürdü. Abatzioglu ve Hatzinikolau'ların çoğu Yunanistan'a gitmek istediğini beyan ettiler. Maria Nine bunu düşünmeye zahmet bile etmedi.
"Ben burada kök salacağım, hem ben hem de çocuklarım."
Kesinlikle, olanlar çok ciddiydi. Ergenlik masumiyetimizi de içimizden dolup taşan heyecanı da aşıyordu. E.O.K.A. uzak değildi. Ergenler erkekliğe adım attılar. Bazıları dağa çıktı bazıları şehirlerde faaliyet göstermeye başladı. Hepsi de artık daha ciddi, daha az konuşan, fakat aynı zamanda daha kararlı insanlar oldu. Dünkü çoluk çocuk, bizler de ergenlikten payımıza düşenin peşinde koşmaya karar verdik. Gruplarına bizi de kabul etmelerini talep etme hakkımız olduğuna inanıyorduk. Ne de olsa onları örnek alıyorduk. İngilizlerin arkalarında bıraktığı silahlar ve mühimmat yüzünden yaşıtlarımızdan çok ölen oldu. Bağımsızlıktan sonra hainleri idam etmeye başladılar. İkide bir, mücadeleye bağlı olup olmadığı her seferinde belli olmayan ve cinayetlerle sonuçlanan anlaşmazlıklar patlak veriyordu. Bazen başlarında artık toplumun yüz karası olmuş korumalar, bazen de başkanlarıyla silahlı gruplar, şebekeler ve çeteler hepimize tanıdıktı. Memleketimizde yayılmaya başlayan bu hava içerisinde, katılım hakkımızı talep ediyorduk. Herhangi bir katılım hakkını.
Mahallelerini Kıbrıs'ın taksimi için sloganlarla donatan ve anavatanın kendileri için mücadele ettiğini hatırlatan Türkler de tam aynı şeyi yapıyorlardı. Bütün eylemleri TMT imzasını taşıyordu ve terazinin dengelenmesini sağlamaya yönelik bir tepki oldukları apaçıktı. "Ya taksim ya ölüm!", "Enosis!" sloganıyla aynı güçte duyuluyordu. Her şey fırtınanın gittikçe yaklaştığına işaret etmekteydi. "Allah korusun hepimizi!" diyordu Angeliki sürekli; sonra anneannem Maria'nın da tekrar ettiği derin bir iç çekiş izliyordu bu sözleri. Onları "bu sahile" sürükleyen girdap, bu kadınların belleklerinde ne kadar bulanıklaşmış da olsa, kader içlerini buruyor, unutulmuş endişe, acı ve çığlıkları zihinlerinde yeniden uyandırıyordu. Son zamanlarda Maria geceleri kalkıp hayalet gibi evde dolanarak, "Bir vapur… Bir vapur… Kurtulmamız için… Kurtulmamız için…" diye sayıklar olmuştu.
Tüm bu hengâmenin arasında, bir aralık gecesi, komşumuz Feride kapıyı çaldı. Korkudan bacakları tutmuyordu.
Alanyalı Maria, bir Türk romanında yaşasaydı, "Osmanlı karı" övgüsünü hakkederdi. Maria, 1922'de, Rum çetecilerin mücadelesine katılmış olan kocasının Kuvayı Milliyeciler tarafından öldürülmesinden sonra, çocukları ve yüz kadar hemşerisi Rum'la birlikte Kıbrıs'a göç eder. Ne var ki burada kimse Türkiye Rumlarını kırmızı mumlu davetiyeyle çağırmışa benzememektedir. Üstelik barışın da geçici olduğu görülecektir.
Kıbrıslı yazar Marios Michaelides anlattığı aile hikâyesini anneannesinin Alanya'dan ayrılışıyla başlatıyor ve milliyetçiliğin Kıbrıs'ı kökünden sarsan tırmanışına paralel olarak, adanın 1974'te bölünmesine kadar getiriyor.
Bağımsızlık savaşları döneminde Anadolu Rumlarının ve gene bağımsızlaşma sürecinde Kıbrıs Rumlarının içeriden anlatılmış, ama perspektifi toplumların barışına yönelik bir hikâyesi...