Günümüzde atom çağının tehlikeleriyle ilgili bir gerginlik, hatta bir panik havası mevcut: fakat kamunun vicdan muhasebesi, mevzunun pek de özüne doğru yönelememektedir. Zira bizler, bizi tehlikeyle karşı karşıya bırakan şeyin, uygarlığımızın arkaplanındaki değerler olduğunu kendimize hiç sormuyoruz; aynı şekilde insanlığın icat ettiği bu şaşırtıcı alet edevat yığını arkasındaki insan karakterini de araştırmıyoruz: kısacası felsefi olmaya çalışmıyoruz...
Heidegger, kendimiz düşünmeye başlamadan Nietzsche’nin çığlığını duymayacağımızı söyler. O, bunun öyle kolay ve açık bir şey olduğunu düşünmememiz için şu uyarıyı yapar: “Düşünme ancak, yüzyıllardır yüceltilen aklın, düşünmenin en inatçı düşmanı olduğunu anladığımız noktada başlar.” ... Heidegger’in ortaya koyduğu şekliyle insanın sonluluğu fikri, muhtemelen Aydınlanma ideolojisinin sonunu getirmiştir; zira bu sonluluğu kabul etmek, insanın daima hem gerçekte hem de gerçek dışında var olocağını kabul etmek demektir. Hâlâ tüm gölgelerin yok olup insanlığın görkemli bir Sırça Köşk’te ikamet edeceği bir geleceğini dört gözle bekleyen ütopyacılar, bu kabulü cesaret kırıcı görecek-lerdir. Fakat tekrar düşünüldüğünde kendimizi ilerleme putundan ebediyyen kurtarmamız o kadar da kötü bir şey olmayabilir.