İvan İlyiç’in Ölümü Nabokov’un tespitiyle en derin hakikatleri, hiçbir süs katmadan yalın ve saf halleriyle anlatma gücünü gösteren Tolstoy’un eserleri arasında en çarpıcı olanıdır.
Ceza hâkimi İvan İlyiç mesleğinde yükselme planları yaparken bir anda hastalık ve ölüm gerçeğiyle karşılaşır. Ölümü hiç daha önceden düşünmüş müydü? Hayır… Kimdir İvan İlyiç? Nasıl bir yaşam sürmüştür? Aslında o da hiç kimseden farklı olmayan aramızdan birisidir. Çocukluğundan itibaren “olması gerektiği gibi” (comme il faut) bir yaşam sürmüştür. Başarılı bir meslek, mutlu bir evlilik ve çocuklar… Her şey alışılmış kalıplar içinde devam etmektedir. Ta ki, ölüm zamanı (memento mori) gelinceye dek… İvan İlyiç’in yakalandığı hastalık bir anda her şeyi değiştirir. Ölüm döşeğinde kıvranan bir adam kendisine ve çevresine karşı büyük hesaplaşmalara girişecektir:
“Gaius insandır, insanlar ölümlüdür, o zaman Gaius da ölümlüdür” karşılaştırmasını hayat boyu doğru bulmuş, ancak bu örneği sadece Gaius ile bağdaştırmış, kendisiyle bir ilinti kurmamıştı. Burada söz konusu soyut bir insan olan Gaius idi. O bakımdan bu örnek doğruydu. Oysa İvan İlyiç, ne Gaius idi ne de soyuttu. O, her zaman herkesten farklı bir varlık olmuştu. Annesi babasıyla, kardeşleri Mitya ve Volodya’yla, oyuncaklarıyla, arabacısı ve dadısıyla küçük Vanya idi o; sonra çocukluğunun ve ilk gençlik yıllarının tüm sevinçleri, hüzünleri ve heyecanları arasında da Vanya olmuştu. Gaius, Vanya’nın o çok sevdiği deri topunun kokusunu bilebilir miydi?