Hayatın getirdiği son merhale: delilik. "Rüya mı yoksa gerçek mi?" sorusunun cevabını bilmeden ömür sürmek, insana bahşedilmiş bir iyilik midir? Yoksa, ararken kaybolurcasına bir kopuş mu? Hayatın ilerlemediği o delice sorgulamalarda, Umay'ı yolculuğa iten bütün sebepler zinciri, gerçeğin dehşet bir sahtekârlık oluşu, okuyucuyu da Umay'la beraber ömrün kritiğini yapmaya itiyor. Bu kritik, üstüne mutlaka düşünülmesi gereken bir tabu; yaşadıklarını sorgulamaya yeltenen insanı, karanlığın ta derinlerinden çıkaran... Umay'ı, Mete'yi, Serap'ı saran bu kör karanlık, bir şekilde aydınlığa kavuşturabilecek mi kendi gerçekliğini yitirmiş yaşamları? Gerçek nedir; üzerimize kene gibi yapışan, esiri olduğumuz büyük bir boşluktan başka? Sıyrılamadığımız bu umutsuzlukta biz de bağırabilir miyiz Serap gibi: "Yaşamı tutuyorum elimde, elimde kitaplarım!" Ve ekler miyiz Umay gibi cesurca "Ruhum, kelimeler içinde bir düşünce şimdi!" Düşüncelerse hoyratça bir yıkım getirir mesken ettiği gecelerden...