Anne babasının terk ettiği, onlarca kardeşi olan yalnız çocuklar.
Kim nereli, bilmezdik, biz aynı yerde buluşturulmuş çocuklardık. Bulunup da kayıp eşya bürosunda sahibini bekleyen eşyalar gibiydi bazılarımız. Nasıl da özlüyordu minik yürekler, hiç de kabul etmiyorlardı unutulduklarını. Ha geldi ha gelecek diye düşünür, sonra yine dalarlardı oyuna, oyuncağa.
Onu dört yaşındayken ablasıyla birlikte yuvaya getiren babasının, “Ben çarşıya gidiyorum, ne istiyorsunuz” dediği ve bir daha da dönmediği;
Ancak on iki yaşında fark ettiği, bit barınmasın diye hep kısacık kesilen kıvırcık saçları yüzünden arkadaşlarının ona hitap ettiği adıyla Lülü. Devletin kızı.
‘Anne’lerimiz, “Anasının avutamadığı, babasının büyütemediği başımda” der, hırsla yıkardı bizi.
Onlarca çocuğun birbirine anne baba, abla abi olduğu, yürekleriyle, vicdanlarıyla sahip çıktığı, hayatta kalma çabasının, ait olma ihtiyacının, özlemin, utancın, korkunun, şiddetin büyük bir sevgi ve dayanışmayla iç içe geçtiği gerçek bir hikaye.