“Devrim” olmasa da tahayyülde bir devrime yol açan Gezi, Türkiye’de 12 Eylül darbesinden sonraki süreçte yeniden kurulmaya başlanan ve 2000’li yıllardan bu yana baskıcı, kapsayıcı ve kıstırıcı niteliğinden dolayı gittikçe kapanan toplumsal tahayyülde bir yarık açtı. Muhaliflere ortak birlikteliğe dayalı bir topluluk ruhunu bahşeden, bir “masum mevcudiyetin” görünür olduğu Gezi’nin öte yandan bir mağlubiyet olduğunu söyleyebilir miyiz? Totaliter bir yapının kapımızı çaldığı bugünlerde kendimizi içerisinde bulduğumuz melankolik ruh hali ile nasıl başa çıkacağız? Gezi ile bir yas ve anma ilişkisi içerisine mi gireceğiz? Gezi gibi, akışı yıkıma uğratan ancak nihayetinde bir biçimde bastırılan olayların, bir süre sonra yerini hüzne bırakan “şimşek çakmalarının” ardından nasıl yürüyebiliriz? Solun yenilgileri ve kayıpları üzerinden yapacağı bir politika, yeni bir anlayış için çıkış noktası, üretken bir kaynak olabilir mi?
Gezi’den hareketle geçmişe, şimdinin olanaklarına ve geleceğe yönelen mütevazı bir çaba olarak bu derleme, tam da bu sorulara odaklanıyor ve henüz hiçbir şeyin sona ermediği, her şeyin hâlâ olabileceği duygusuna sahip mağlupların melankolisinin etkinleştirilmesini önerirken aynı zamanda hayaletlerden de söz ediyor. Bastırılan ayaklanma, bir keşif isyanının ardından elimizde kalan devrimci pusula, şimdinin karanlığı ve geleceğin belirsizliğinin üzerimize çöktüğü günlerde bizi söze sevk eden, eylemeye çağıran, yön bulmamızı sağlayan, hakikatini büyük bir azimle tahrif etmeye çalışanlara rağmen hâlâ işleyen bir pusula. Gezi koluna taktığı hayalet dostlarıyla, mutfağı, kütüphanesi, kreşi, reviri, bağımsız televizyonu, radyosu, atölyeleri, bostanı, sahnesi, alternatif enerji kaynaklarıyla yeni ve kadim bir “ortak mevcudiyet” olarak, kendini yeniden ifşa eden sırrın, metamorfoza uğramış bir şimdinin ve gelecek ufkunun, yaşamayı yeni(den) öğrenmenin peşini kovalıyor...