Dinlenme odamız bu gece Vezüv’ün küllerinin yuttuğu Pompeii. Bizler de o küllerin altında, donmuş bir zamanda asılı kalmış Pompeii’liler. Küller yayıldıkça hastaneyi tümüyle kaplayacak. Birimiz ameliyatta damara dikiş atarken donacak; bir hemşire tansiyon bakarken, bir başkası kan alırken, bir asistan hastanın ciğerlerini dinlerken, bir personel yerleri silerken, birileri sedye taşırken sonsuza dek aynı işi yapmak üzere geçmişin parçası olacağız.İleride tarihçiler külleri eşelediklerinde bulacaklar bizleri. Devrilmiş bedenlerimizden, kolumuzun duruş şeklinden, yıkık duvarlardan, yerdeki paslanmış ameliyat aletlerinden, kırık serum şişelerinden, kanlı çarşaflardan, sağa sola dağılmış okunamaz haldeki kitap sayfalarından bu geceyi canlandırmaya çalışacaklar. Kilometrelerce ötede olmuş bir patlamanın nasıl olup hastaneyi küller altında bıraktığını açıklamak için senaryolar yazacaklar. Ama gözyaşlarımız buharlaştığından, kızgınlığımız içimizde eridiğinden, kelimelerimiz uçtuğundan, duygularımız bizimle birlikte donduğundan gerçeği asla ortaya çıkartamayacaklar. Ve aslında hastanenin bir gecede değil, yıllar öncesinden küller altında kalmaya başladığını asla bilemeyecekler. Ahmet Erözenci, etraftan kötü kokuların yükseldiği ortamda, sevgilerimiz, üzüntülerimiz, sevinçlerimiz, mutlu veya hüzünlü anlarımızla kişiliğimizi oturtmak, duygularımızı anlamak, bir yere gelebilmek için verdiğimiz yaşam savaşına karşın, birilerinin her şey güllük gülistanlıkmış gibi sunduğu tablonun ardında yaşananları anlatıyor…