Max Scheler yaşadığı dönemde Avrupa’nın en etkili düşünürlerinden biri sayılıyordu. Sadece Husserl ve Heidegger’in değil, Martin Buber, Ortega y Gasset, Nicolai Hartmann, Ernst Cassirer, Gadamer ve Alexander Koyré gibi felsefecilerin de saygısını kazanmıştı. Heidegger’e göre, ona şu ya da bu ölçüde borçlu olmayan hiçbir çağdaş filozof yoktu; Ortega y Gasset de, Scheler’in apansız ölümüyle “Avrupa’nın tarih boyunca gördüğü en büyük zihinlerinden birini yitirdiğini” yazacaktı. Ancak 1960’lardan sonra Alfred Schutz, Manfred S. Frings ve özellikle René Girard gibi yazarlar sayesinde Scheler’in düşünceleri yeniden felsefi ve insanbilimsel tartışmaların gündemine sızabilecektir.
Ressentiment, Nietzsche’nin Hıristiyanlığa karşı polemiğine bir reddiye olarak okunabileceği gibi, daha genel bir din fenomenolojisi olarak da alınabilir. Ama incelenen konu birçok disiplinin (felsefi antropoloji, psikoloji, sosyoloji) en önemli kavşaklarından birinde yer aldığı ölçüde, bu polemikten büsbütün bağımsız araştırma nesnesi de oluşturmaktadır. Herkesin çok iyi bilip de yüzleşmekten ve üzerinde düşünmekten kaçındığı şeyi kurcalıyor Scheler burada.”
Orhan Koçak