İlk olarak Joseph Conrad'ın Karanlığın Yüreği adlı meşhur romanında arzı-endam etmişti Kurtz, sonra Orson Welles'in (ya da Graham Greene'in) Üçüncü Adam filminde karşımıza çıktı. Kolonyalizmin "dehşetini" abideleştiren eserdir Conrad'ınki, malumunuz olduğu üzre. Kurtz, bir yoruma göre, Karanlığın Yüreği'nde bilinçdışının ölçüsüz, imkânsız arzularını, asimetrik taleplerini temsil eder. Tersine çevrilmiş bir değer sistemi içinde başkasıyla/ötekiyle ilişki içindedir. Sonuç "dehşet" olsa da, başkasına/ötekine yer vardır bu yapıtta, Karanlığın Yüreği'nde hâlâ bir dışarı, başkası/öteki vardır. Çünkü, kolonyal efendinin kendisiyle ilişkisini dolayımlayan şeydir madunun bedeni; işkence edilen, sömürülen, yok edilen bedeni...
Ama Üçüncü Adam'da her şey bilinç düzeyinde olur biter, arzu rasyonelleşmiştir. Görünüşler dışında bir şeye yer yoktur artık, dolayısıyla başkası yoktur ya da herkes bir başkasıdır. Ya da Baudrillard'ın deyimiyle herkes bir mutanttır. Ve böyle bir dünyada Kurtz'a düşen bir barda keman çalmaktır elbette. En nihayetinde çocukları öldüren şey ilaçsızlık ya da hastalıktır, savaş değil!
Harry Lime işte bu dünyanın, modern zamanların "şairidir", kötülüğün şeffaflaştığı, sıradanlaştığı dünyamızın; daha doğrusu, iyiyle kötünün, doğruyla yanlışın, güzelle çirkinin ayırt edilemez olduğu dünyamızda her "çiçekten" bal toplayan modern bir seyyahtır…
İşte karşınızda kültleşmiş bir karakterin en yeni hayatları, Tayfun Pirselimoğlu'nun kaleminden...
İyi okumalar...