(Okurlardan Gelen Ekiyle)
İbrahim Karaca
Beyoğlu Metropol’de laflarken, “Merhaba Faruk Abi, biraz sonra uğrayacağım”diye seslendi biri kapıdan. Faruk onu “Bak seni biriyle tanıştıracağım” deyip içeri çağırdı ve Kazım’la yüz yüze tanışmış olduk. Birbirimizi biliyorduk tabii ki, çok sayıda ortak arkadaşımız vardı.
Sonraki günlerde arada bir karşılaştık, şiirden, sanattan ve edebiyattan konuştuk ama onunla asıl dostluğumuz Gökhan Birben’in “Hey Gidi Karadeniz” albümü sürecinde pekişti. Balık pazarından Tarlabaşı’na inen sokakta, bir arkadaşımıza ait Alamut Kalesi adlı mekân kamp yerimiz olmuştu adeta.
Bu kitabın bir yerinde geçen “Yüreğum Senilendur” ve başka şarkıların demoları da hâlâ durur bende.
“Hemşin” adlı kitabımın dosyası koltuk altımdayken Lusnika’da şöyle bir göz gezdirmiş ve “Şair abim, yahu tehlikeli işlerle uğraşıyorsun” demişti, gülüşmüştük.
Ömrü yetip de üçüncü albümüne başlayabilseydi, bana ait bir iz de olacaktı belki, kim bilir.
Bir gün Galatasaray’da Kürt böreğine çatal salladığımız masada sözleştik. Hafta sonu bizim Küçükçekmece’deki eve gelecekti, hamsili pilav ziyafeti verecektik kendimize… Ve yeni şarkılar için benim şiirlere ve derlediğim manilere bakacaktık, olamadı. Dört gün sonra hastaneye yatırıldığını öğrendim.
“Babylon” lafı geçtiğinde aklıma ilk önce Kazım gelir ama “Yeni Melek” denildiğinde kaybolurum. Saçları kaşları yoktu o konserde sevgili kardeşimin. Başında bir bere vardı. Ekip arkadaşlarına gülümseyerek söylediği “Kanser ettunuz beni” lafı bile şarkı gibi gelmişti kulağıma.
Sahneyi üç-dört metre yukarıdan gören balkondan, gözümü kırpmadan izledim onu… Ve sol omzumu duvara dayayıp konser bitene kadar sessiz sessiz ağladım. Verilen arada bile aşağı inmedim. Ah Kazım…
Bir konuda çok benzeşiyoruz; senin tarihin de kendin için hiçbir şey istememenin tarihidir. Yani bana göre öyledir… Ve sana merhaba diyen herkesin mutlaka iyi bir anısı vardır seninle ilgili.
“Mikrofonda ağlarken fönlü saçları rüzgârda dalgalanan sinir bozucu biri” diye geçen satırlar var ya kitapta… Benim de benzer sahneler var aklımda Harbiye’den. İki cümle edip birkaç dize okumamı isteyen dostlara “Sahne bunların, boş ver” deyip yerimden kıpırdamadığım o günden.
Bir yanda “Kardaşum kardaşum” deyip gezen, bir yanda ağlayıp zırlayan, “Bana böyle mi söz vermiştun” diye feryat eden… Yahu sen kimsin!
Bir kapı araladı veya azıcık aralanmış kapıyı ardına kadar açtı Kazım, ikisi de doğru. Karadeniz müziği için diyorum. O kapıdan giren temiz hava, Karadeniz müzik kulağını değiştirdi.
Kazım’ın ardılı genç müzisyenler geldi sonra o kapıdan ve yöre ağzını abartıp yayarak Karadeniz müziği yaptığını sananlar silinip gitti.
Sırf bunun için bile sana bin teşekkür, sevgili dostum!
Sözü fazla uzatmaya gerek yok… Seni özlüyorum…
Ve yıllar önce senin için yazdığım bir şiirle merhaba diyorum sana…
Sonsuzluk içinde yaşıyorsun!