Yazının ontolojik mevcudiyeti, yazıyı kendimize bir duruş noktası olarak almaktan geçer. Böylelikle yazı, yazarın kişiliğini tecelli ettirme imkânını verir. Yazarın dünyadaki konumlanış bağlamlarını/biçimlerini teşkil etmenin ötesinde, giderek öznenin bir açılımına, varlığın ortaya çıkış hallerine tekâbül eder. Bu, yazının bir virtüöz durumuna gelişini, hatta onun bir tür eyleme dönüşebilirliğini gösterir. Dünyayı yazıyla soluyan yazar, yazıya çaresizlikle değil ama, daha çok bir umut olarak bağlanmış sayılır. Yazmak bir bakıma, insanın umudunu canlı tutma uğraşısıyla eş niteliklidir. Ancak umudun acıya kardeş olduğu da unutulmamak gerekir. Yazma uğraşı, acıyla umudu birlikte solumanın, dünyayı bu soluk alışlarla anlama ve değiştirmenin bir yolu olmakla vazgeçilmez kimliğine bürünmektedir.