İnsansal aşkın en güzel haliydik yittikçe birbirimizde. Kayboldukça bulduğumuzdu çıkışlarımız. Kıvrımlarda eğrilip doğruldukça ruhlarımızın unuttuğumuz yerleriyle karşılaşıyorduk. Uzun, çok uzun seferlerden dönen gemiler gibi karaya koşuyorduk hasretle. Meyveler topluyorduk; olgun meyveleri dallarından… Ölecekken toprağına su verilen ağaç gibi çatırdıyordu gövde, öz suyun daldan ucuna, meyveye yürümesi gibi yürüyorduk tenlerimizde. Gün ışığı sislerden düşsel ovalara yürüyordu. Sonra, sabahın ilk ışıklarıyla yeniden soluklanması gibi aydınlandı yüreklerimiz; rüzgâra dökmek gibi sırları, ışıkla sevişmek gibi bir arzuyu bölüşüyoruz yeniden. Dışarıda aydınlık, berrak bir sessizlik gümüş olup saçlarımızdan dökülüyor. Şıkır şıkır dolaşan bir ışık içinde, kanatlarından mavileşmeye başlayan kelebekler gibi özgür kalıyoruz. Artık bir adımız aşk, bir adımız hayat bizim...