Ben Ali Yakup Soylu. İsmimi ne kadar çok fazla duyduğunuzu biliyorum. Ama merak ettiğim; adımı duyunca içinizden geçenler. Benim için neler düşündüğünüz? Çünkü yüksek çoğunluğunuz nasıl yemek yediğimi, uyurken ne giydiğimi, tuvalet koridorlarında dişlerim kanarken nasıl gülümsemeye çalıştığımı, koluma serum bağlayan hemşireye neden göz kırptığımı görmedi. Yine de tanımış mıydınız beni. Adımdan çok daha ötesiyim ben, çok daha fazlası. Gerçi bugün buraya aldığım notları Paris’te yazmak iyi olurdu. Eyfel kulesinin yanı başında duran maun bankın üstünde. Elimde bir starbucks plastiğine konmuş muhtemelen üstüne Fransız acemiliğiyle yazılmış ismimin olduğu kedi boku kahvesi eşliğinde. Ama ne var ki böyle uçuk düşler yalnızca yaşama isteği ile dolan birilerinin yapabileceği türden şeyler. Gerçi yaşama isteği denen şeyi kavrayabilmek ayrı bir konu ya. İnsan nerede karşılaşacağını kestirebilmek için savunmasız öğretileriyle bunu ne kadar isteyebilir ki. Bu bir istekten çok mecburiyete dönüşmüşse, o zaman ölmeniz bile kabahat. Maalesef hayatınıza katıığınız insanlar yüzünden yaşamak zorundasınız. Ya hiç kalabalıklara karışmayacaksınız, ya da Paris’te öğle sonrası bu yazıları okuduğunuzda, neden bütün ölümlerde bir parça da olsa suçumuz olduğunu sorgulamayacaksınız. Bu hikaye, gerçektir. Hepimiz kabahat işlememek için adım adım hızlanarak kaçtığı o yalın gerçek.