Bundan yıllar önce, belki on yıl önce, on beş yıl önce belki de Üsküdar’da bir kahvehanede Bülent Parlak, Ali Ayçil, Adem Eyüp Yılmaz ve Ahmet Can ile otururken yazılmaya başladı bu kitap.
O zamanlar hepimiz daha gençtik ve sözlerimizi söylerken sakınmıyorduk. İnsan ne kadar gençse o kadar cesur oluyor sanırım. Oysa bizleri cesaretten alıkoyan şey yaşımızın ilerlemesi olmadı; bizi daha sessizleştiren şey dünyanın bütün anlamsızlıklarının farkına varmamızdı.
Ve o gün oyun sayılarının yazıldığı kağıda hayatlarına girdikleri erkekleri farkına vararak ya da varmayarak mahveden kadınların listesini çıkarmıştık. O günden sonra ne ben, ne de o masada oturan hiç kimse bu listedeki isimleri tek tek kaleme alma mecalini kendinde bulamadı. Ta ki ben arkadaşım Özer’e bu konudan bahsedene kadar.
“Ben yazarım” dedi ve gerçekten yazdı. Çoğunu o listeden aldığımız isimleri yazarken aslında hiçbirimizin açıkça dile getiremediği bir intikamı da yazdık. Yanlı olabilir, tarafsız olmayabilir, haksızlık da yapmış olabiliriz. Bunu çok da aklımıza getirmedik.
Çünkü bizim aklımızdan bir türlü çıkmayan şey uçurumdan düşerken tutamadığımız ellerin sahipleriydi.