Kıyamet, adeta patlamaya hazır üç katmanlı bir karışım: Amansız bir soruşturma, gitgide yaklaşan küresel bir felaketin hikâyesi ve küçük bir Balkan şehrindeki gündelik hayatın tasviri. Düşünün ki Dashiell Hammett, Umberto Eco ile buluşuyor, sonra ikisinin arasına Orhan Pamuk katılıyor! Şayet bu dünyada adalet diye bir şey varsa, Nikolaidis’in romanı, James Patterson ya da John Grisham’ın romanlarından çok daha fazla satar. Ama bu dünyada adalet olmadığından, o zaman umut edelim de müthiş heyecanla okunan bu roman en azından kaderin cilvesi sayesinde büyük bir başarı yakalasın.”
- Slavoj Žižek
Kıyamet, dünyanın son günlerinin yaşandığı bir zamanda geçen bir cinayet hikâyesi. Ama bildik polisiye hikâyelerden değil. Adriyatik kıyılarından başlayıp İzmir’e ve İstanbul’a uzanan, Lacan, Freud, Borges ve Sabetay Sevi gibi pek çok meşhur kişinin de işin içinde olduğu benzersiz bir hikâye.
Adriyatik kıyısındaki küçük bir şehirde bir cinayet işlenir. Polis bu cinayeti sıradan cinayet vakalarından biri olarak görüp pek üzerinde durmaz. Bunun üzerine, olayı soruşturmak için bir özel dedektif devreye girer. Derken, bu küçük sahil şehrinde bir yaz günü lapa lapa kar yağmaya başlar. Şehrin sakinleri afallamış halde ne olduğunu anlamaya çalışırken, şehir yavaş yavaş kaosa sürüklenir. Yangınlar çıkar, insanlar öldürülür, ne zamandır kayıp olan kişiler peyda olur. Dünyanın diğer yerleri de farklı bir durumda değildir. Her taraf adeta mahşer yerine dönmüşken, cinayet mahallinde çok eski bir kitap, kıyamet gününü haber veren bir kitap bulunur.