Edebiyata şiirle başlayan, ilk yazdıklarıyla kendinden söz ettiren ve Cumhuriyet Dönemi Türk şiirinin zirve şahsiyetlerinden biri olan Necip Fazıl, altmış yılı aşan yazarlık hayatında, edebî sanat türlerinden, özellikle şiirden hiç kopmamıştır. Sanatı üstün bir değer gören, aynı zamanda onu ulvî gayeye ulaşmada araç olarak nitelendiren şair, ölmez bir davanın dönmez savunucusu, fikir ve aksiyon adamı olarak sanat ve fikir hayatımızda yerini almış bir isimdir. O, şiirleriyle sanatın zât gayesinden ödün vermemiş; fikir yazılarıyla insanları uyandırmaya çalışmış, hatta uyandırmakla kalmayıp toplumu arkasına almak için Anadolu’yu adım adım dolaşmıştır.
Yirminci yüzyılda Necip Fazıl Kısakürek, konu ve tür itibariyle birbirinden farklı, çok sayıda eser vermiş (velûd) bir sanatkârdır. Bir “üslûp sihirbazı” ve söz üstadı olan şair, dil mimarisinin abidesini ortaya koyan hakiki bir sanatkâr hüviyetiyle karşımıza çıkar. Gençlik yıllarından başlamak üzere, hayatının her döneminde şiiri daima ön planda tutan Necip Fazıl, zaman zaman geriye dönmüş, ilk yazdıklarını tekrar tekrar yeniden ele almıştır. Şiir kitaplarının baskılarının yapıldığı her defasında, metinler üzerinde yeni ilâve ve eksiltmelere gitmiştir. Bir kısım şiirler ise sonraki baskılara alınmamıştır. Şairlerimiz arasında, şiirleri üzerinde değişiklik yapan, her yeni baskıda ilave yahut eksilmelerle, imla, ses, kelime, mısra, beyit, kıta ve bölüm seviyesinde değişikliklere giden birçok sanatçımız bulunmaktadır. Fakat Necip Fazıl Kısakürek kadar değişiklik yapan ikinci bir şairimiz yoktur, diyebiliriz.