M. o akşamüstü, göğsündeki garip sızıyla geçmişi olmayan, anısız bir güne uyandı. Belleğiyle gözlerini açtığı anın arasına yerleşmiş, kendini bir varlık olarak kavramasına engel olan bir boşluğun kıyısındaydı. Nedenini bilmeden titriyordu: Saat altıydı; küçük bir bavul, uyanır uyanmaz yolculuğa çıkacakmış gibi ayaklarının dibinde duruyordu.
M. bir sabah, neden yaptığını, nereye varacağını bilmeden garip bir yolculuğa çıkıyor. Trenin ritmik ve yeknesak gürültüsü içinde M. bölüm bölüm geçmişe gidiyor. Yaşamadığımız, yaşayamadığımız ya da farkına varamadığımız hayatlarla tanışıyor, öğreniyor, anlamaya çalışıyor. Bazen bir neden aramak sevgiyi öldürür, bilmiyor... Hazzın ipliklerini söküyor, şaşırıyor, irkiliyor, iştahla sorguluyor. Bozguncuları, gençleşen ölüleri, renkleri, melodileri, edebiyat öğretmenlerini, Lerzan’ı, belleğini arıyor. Bellek yoksa ne suç olur ne günah...
Belleğin Kış Uykusu, Mehmet Eroğlu evreninin benzemez ve ayrıksı romanı. Hayatı, sanatı, edebiyatı ve ölümü tartışan fantastik bir yolculuk hikâyesi...
“Keşke birlikte rüya görebilsek.”