“Siz, Bay Gray, şu gül pembe gençliğinizle, apak çocukluğunuzla, siz de öyle tutkular duymuşsunuzdur ki korkmuşsunuzdur, aklınızdan öyle düşünceler geçmiştir ki ürpermişsinizdir, öyle düşlere dalmış, öyle rüyalar görmüşsünüzdür ki bunları hatırladıkça bile utançtan kızarırsınız...”
Dorian Gray, “Susun!” diye, kekeleyerek haykırdı. “Susun! Şaşıyorum size. Ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Size verilecek bir karşılık vardır ama, bulamıyorum. Konuşmayın. Bırakın düşüneyim. Daha doğrusu, bırakın düşünmeyeyim.”
Belki on dakika, orada öyle, kımıldamadan kaldı. Dudakları aralanmış, gözlerine garip bir parlaklık gelmişti. İçinde yepyeni etkilerin kaynaştığını belli belirsiz seziyordu. Gene de bunlar kendi benliğinden doğmuş gibi geliyordu ona. Basil’in arkadaşının söylediği şu birkaç söz —besbelli gelişigüzel edilmiş sözlerdi bunlar, isteye isteye yapılmış çelişmelerle de doluydu— o güne dek hiç dokunulmamış gizli bir tele dokunmuştu; şimdi bu tel acayip atışlarla titriyor, vınlıyordu.