Konya'yı gezmek, Konya'yı görmek, büyük bir kültür mirasına ortak olmak demektir. XII.yüzyılda Endülüs'ten yola çıkan İbn Arabi ile XIII.yüzyılda Belh'ten hareket eden Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin Konya'da buluşmaları, bu kentin kimliğine yepyeni bir çehre kazandırmıştır. Anadolu'nun insan malzemesini bu mutasavvıflar şekillendirmiş, kentin uygarlık harcını onlar karmıştır. Konya'dan Horasan erenleri, Ceneviz tacirleri, Galyalı Haçlı süvarileri ve Moğol hükümdarları geçmişler, ama bu kent bütün tarihi boyunca Selçuklu kalmasını bilmiştir. Farklı kültürler, dinler ve diller Selçuklu şemsiyesi altında uyumlu ve dengeli bir birliktelik sürdürebilmişlerdir. Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar aynı kent hayatını paylaşmışlar, kentin çarşılarında Rumca, Ermenice, İbranice, Farsça, Arapça ve Türkçe pazarlıklar yapılmış, ibadethanelerden farklı dillerde dualar yükselmiştir. Geçmişin ve hatta bugünün Konyası'nın çehresini de Selçuklu mimarisi yaratmıştır: Mitolojik hayvan tasvirleri, Orta Asya kökenli insan suretleri, kunt yapısı ve en çok da "çift başlı kartal"ıyla Selçuklu mimarisi.