“KLINGSOR’UN SON YAZI”, yaşamını resim sanatına adamış, yarına değil yokoluşa inanan, bu yüzden duyguları yücelterek anı yaşamayı seçen dışavurumcu ressam Klingsor’un ölümünün yaklaştığını sezmesinin ardından hararetli gündüzler ve geceler boyunca, arzuyla sanatını birleştirdiği, son yapıtını –otoportresini– tamamlayabilmek için savaşımına sahne olan hayatının son yazına ait kısa ve esrik yolculuğunu anlatır.
Hesse’nin 1919 yazında Tessin’de yoğun resim çalışmaları yaptığı bir dönemde, KLEIN VE WAGNER anlatısı ile peş peşe, birkaç hafta içinde kaleme aldığı “KLINGSOR’UN SON YAZI” yazarın inancını yansıtan, özgürleşme yolunda atılmış bir adımdır.
Alman dışavurumculuğunun edebiyat alanındaki doruklarından biri olan “Klingsor’un Son Yazı” parlak, çarpıcı ve saf renklerle dolu küçük bir palet; renklerle yazılmış bir senfoni, sözcüklerle renklenmiş bir tablolar dizisidir.
“Kor haline gelmiş gündüzlerde köylerin ve kestane ormanlarının içinden yürüyüp dolaştım, açılıp katlanır küçük iskemleme oturup sel gibi taşan büyüyü biraz olsun suluboya resimlerle muhafaza etmeyi denedim; sıcak gecelerde geç saatlere dek Klingsor’un köşkünde oturdum ve fırçayla becerebildiğime oranla bir miktar daha deneyimli ve daha ihtiyatlı biçimde, bu eşi görülmemiş yazın şarkısını sözcüklerle söylemeye giriştim. Ressam Klingsor’un öyküsü işte böyle ortaya çıktı.”
(Hermann Hesse, “Klingsor’un Yazı’nı Anımsama”, 1938)