Ağzından burnundan çatal soluk çıkan at, ucu bucağı belirsiz bir alanda, bir düzlükte koşuyordu. Atlı, altındaki atı hiç acımadan kamçılıyor, mahmuzluyordu. Çocuk, terkiye sinmiş, sığınmış, sessiz soluksuz duruyordu. Gideceği yer üstüne tek bir bilgisi yoktu. Yine de umutsuz, yıkık değildi. Karanlık basmak üzereyken bir hana gelip kavuştular. Sarı uçuk saçlı, masmavi gözlü, sarı benizli, uzun boylu hancı, karısı ve birkaç çocuğu dışında, hana sığınmış, neyi bekledikleri belli olmayan birkaç yolcu vardı. Birkaç asker, sırtında bütün gereçleri, silahları, mataraları ve ellerinde tüfekleri, oturmuş düşünüyorlardı.