Filistin edebiyatı, sürgün, vatan özlemi, acılar ile özdeşleşmiş bir edebiyattır. Filistinlilerin hayatları hakkında belki de en önemli kaynaklar, yazdıkları şiir, öykü, roman ve otobiyografi türündeki eserlerdir. Onların sürgünde yaşadıkları acıları, topraklarına duydukları özlemi ya da İsrail işgali altında sürdürdükleri hayatın zorluklarını, İsrail’e karşı verdikleri mücadele ve direnişi, Kudüs hakkındaki düşüncelerini yazdıkları eserlerden öğrenebiliriz. 20. yüzyılın başlarında ilk örnekleri ile karşılaştığımız Filistin edebiyatının kendine has konu ve temaları ile belirginleşmesi Nekbe, yani büyük felaket olarak adlandırdıkları 1948 yılında İsrail Devleti’nin kuruluşundan sonra ortaya çıkar. Şiirin yanı sıra öykü ve roman türünde de bu tarihten sonra sanatsal anlamda gelişmiş birçok örnekle karşılaşırız.
Kudüs, üç semavi dinin kutsal mekanlarına ev sahipliği yapması ve binlerce yıllık tarihinde farklı dinden ve kültürden medeniyetlerin hâkimiyeti altına girmesi dolayısıyla üst üste binen tarihî dokusuyla âdeta bir palimpsest niteliğindedir. Kudüs sadece bir mekân değildir, Cebrâ İbrâhîm Cebrâ’nın ifadesiyle vücut bulmuş zamandır. Binlerce yıllık tarihin ilmek ilmek dokuduğu bir şehirdir. Kudüs’ün hem kutsallığı hem zengin ve çok katmanlı tarihi ve hem de içinde bulunduğu siyasi durumu nedeniyle araştırmacıların ve edebiyatçıların ilgi odağında olması şaşırtıcı değildir. Asırlardır farklı dünya edebiyatlarında konu edilen Kudüs, Arap edebiyatında ve özellikle de Filistin edebiyatında derin anlamlar içeren bir mekân olarak kendisine yer bulur.
Kudüs, işgal altında yaşayan Filistinli edebiyatçıların eserlerinde zorluklarla dolu yaşamlarının geçtiği vatan toprağı, sürgündeki Filistinliler için de özlem ve geri dönüş idealinin yansıtıldığı mekân, kaybedilmiş bir sevgili olarak karşımıza çıkar. Kudüs bu eserlerde mekân olmanın ötesinde varoluşsal bir anlam ifade eden merkez konumundadır. Bu bağlamda şiir, öykü, roman, anı ya da otobiyografi türünde birçok eserde temel bir motif olarak gördüğümüz Kudüs’ü bütün bir Filistin edebiyatı içinde ele alıp değerlendirmek kolay değildir. Bu düşünceden hareketle çalışmamız sadece roman türü üzerine odaklanmıştır.
Bu çalışmanın giriş bölümünde Filistin; coğrafi yapısı ve tarihi ile kısaca ele alınmış, Kudüs’ün kutsallığı ve Kudüs’te yaşayan Filistinlilerin bugünkü durumu özetlenmiştir. Yaşanan siyasi olayların toplumu ve edebiyatı doğrudan etkilediği açıktır. Dolayısıyla 1948 yılında İsrail Devleti’nin kuruluşunun, 1967’de Araplar ve İsrail arasında geçen Altı Gün Savaşı’nda Arapların yenilmesiyle Filistin’in tamamının İsrail işgali altına girmesinin Filistin romanında önemli izler bıraktığı görülür. Bu çalışmada tüm bu olayların Filistin halkına dolayısıyla Filistin romanına nasıl yansıdığını gözlemlemek adına Filistin romanının kendine has özellikleri ile ortaya çıkışı mercek altına alınmıştır. Bu sebeple “Filistin Romanı” başlıklı birinci bölümde öncelikle Filistin romanının tarihsel gelişimi üzerinde durulmuş ve 20. yüzyılın başlarından itibaren öne çıkan roman yazarları ve eserleri kısaca incelenmiştir. 1948 sonrasında eserleri ile Filistin edebiyatı içinde ayrıcalıklı ve kalıcı bir yer edinen Gassân Kenefânî, Cebrâ İbrâhîm Cebrâ ve İmîl Habîbî tanıtılarak 1960-1970 yıllarında ortaya koydukları romanlar bu edebiyat içinde dikkat çekici yönleri ile ele alınmaya çalışılmıştır. Gassân Kenefânî’nin romanlarındaki sembolik anlatım, Cebra’nın romanlarındaki Filistinli aydın karakterler ve İmîl Habîbî’nin kült roman el-Muteşâil’in anti- kahramanı Saîd bu bağlamda analize tabi tutulmuştur.
“Filistin Romanında Kudüs” başlıklı ikinci bölümde ise Kudüs’e dönüş konusunu ele alan romanlar çerçevesinde Filistinli yazarların Kudüs’e bakışları ve Kudüs’e geri dönüşü nasıl ifade ettikleri çözümlenmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda Kudüs’ün nostaljik bir mekân olarak ortaya çıktığı Îsâ Bullâta’nın Âid ile’l-Kuds eseri, sembolik bir anlatımın kullanıldığı Seher Halîfe’nin Sûra ve Eykûna ve Ahd Kadîm adlı romanı ve siyasi bir bakış açısı ile yazılan Âdil Sâlim’in Âşık alâ Esvâri’l-Kuds romanı mercek altına alınmıştır. İncelenen bu romanlarda “Kudüs’ün bir şehir olarak nasıl yansıtıldığı”, “hangi özelliklerinin öne çıkarıldığı”, “kutsallığının ele alınış biçimi”, “sürgündeki ve işgal altındaki Filistinliler için anlamı”, “geri dönüş temasının neden ve nasıl işlendiği” araştırılmıştır.
Bu çalışmanın özellikle Filistin romanının tarihsel gelişimini kısa ve öz bir şekilde vermeye çalıştığımız birinci bölümde ağırlıklı olarak Abdurrahmân Yâgî, Nâsıruddîn el-Esed, Fârûk Vâdî, Âdil el- Usta, Şukrî ‘Azîz el-Mâdî, Ahmed ‘Atıyye Ebû Matar’ın eserlerinden yararlanılmıştır. Ülkemizde Filistin edebiyatı hakkında fazla eser verilmemiştir. Bu bakımdan bu mütevazı kitabın alanda yapılacak yeni çalışmalara faydalı olmasını ve yol göstermesini ümit ediyorum.
Arap ve Filistin edebiyatına olan ilgi ve sevgimin kaynağı, kendilerinden çok şey öğrendiğim kıymetli hocalarım Mustafa Seçkin, Prof.Dr.Erol Ayyıldız ve Prof.Dr.Rahmi Er’e burada şükranlarımı sunuyorum. Ayrıca kitabı okuyarak önerilerde bulunan meslektaşım ve arkadaşım Doç.Dr.Gökhan Tunç’a teşekkür ediyorum. Varlıkları, sevgileri, dua ve yardımlarıyla daima yanımda olan başta annem, babam, eşim ve oğullarım olmak üzere tüm aileme, dostlarıma, yakınlarıma sonsuz teşekkürler.
Fatıma Betül Üyümez
Eskişehir 2022